kurdistan tarihi, felsefe, din,

29 Aralık 2012 Cumartesi

III. DÜNYA SAVAŞINDA KURDLER



Geride iki dünya savaşı bıraktık ve üçüncüsüne de kıl payı yaklaşmış bulunmaktayız.
İlk savaş neredeyse tüm dünyada, ikincisi  Avrupa coğrafyasında sahnelendi,  üçüncüsü ise Orta doğuda sahnelenmek üzere.
İlginç olan, savaşları başlatan ve yönetenler aynı, piyonlar da aynı.
Kaybeden ve kazananlara gelince, pek değişiklik yok gibi, ama ganimetten yararlanmak isteyenler çok. İlk ikisinde Kurdler kaybeden taraftaydı, üçüncüsünde ne olacağını göreceğiz!
Birinci dünya savaşında Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere  Orta Doğuyu egemenliklerine almak için girişimlerde bulunmuşlardı. Bugün de aynı güçler masa başında, ama bu sefer ABD senfoniye şeflik yaparak Orta Doğuya format çekmek istiyor.
Peki Kurdler nerede?..
Kurdler dün örgütsüzdü, ulusal birlikten yoksundu  ve bu yüzden de kendi yurtlarında mülteci durumuna düştüler.
I.Dünya savaşı”nda Londrada imzalanan gizli bir anlaşmayla Fransa ve İngiltere bölgede doğrudan veya dolaylı yönetim ve denetimi  sağlamaya çalışmış ve Kurdleri hesaba katmamışlardı. Cetvelle çizilerek oluşturulan bölge haritasında sömürge ya da federal bir Kurdistana bile izin verilmemişti.
Ancak bu durum Çarlık Rusyasının pastadan pay almak istemesiyle değişmişti. İngiliz ve Frnasız paylaşımcılar sıcak denizlere inmek isteyen Çarlık Rusyasının devreye girmesiyle Sykes-Picot anlaşmasında Kurd ve Ermenistana yer vermek zorunda kalmışlardı.  Ama anlaşma sonrasındaki süreçte Çarlık Rusyası karışmış, iktidar el değiştirek Bolşeviklerin eline geçmişti.  1917 ‘de iktidara gelen Boşevikler yürürlükteki anlaşmayı fesh edince Kurdler hüsrana uğradı.  Bu konuda Rus Gordlevski şöyle der: “...Rusyada Bolşevik İhtilali gerçekleşince işler Kurdlerin aleyhine gelişir. Çünkü Lenin Kurdleri değil, Mustafa Kemali destekleyerek  Sykes-Picot antlaşmasını fesheder...”  Lenin’in Mustafa Kemal’i desteklemesiyle baraber  -bu süreçte- Kurdler hamisiz kalır ve güneyde mücadele eden Şeyh Mahmut Hükümeti  İngilizler tarafından bozguna uğratılır.
Dünyadaki ezilen halklara ve emekçilere umut olan Sovyet devrimi ne yazık ki Kurdlere ve Kurdistana düşman kesilmişti. Lenin’den sonra iktidar koltuğuna oturan Stalin de M.Kemal ve İran Şahı’ndan oluşan  faşist üçlemeyle Ermenistan ve Azerbaycan arasında kurulan  (1920) Kurdıstan a Sor Devletini ortadan kaldırarak Kurdleri Sibirya kamplarına sürgüne gönderdimişti (1929).
Sol’un kalesinden ve asırlardır dindar kardeşlerinden gelen haksızlık ve zulmlere rağmen Kurdler hala ulusal kurtuluşu sol ve sağ cephelerde  aramaktadırlar. Arap milliyetçiliği güdümündeki  ümmet anlayışı ve eğitim süzgecinden geçtikleri  Kemalist, Baas’çı sol sistemlerin Kurdleri  milli değerlerinden uzaklaştırdıklarını hala anlayamadılar! Bize her hakkı haram gören işgalcilerimizin oyunlarından hala ders alamadık vesselam.
Bir kısmımız Arap milliyetçiliğinin güdümündeki ümmetçiliğe iltifat etmeye devam ederken, bir diğer kısmımız da   “halkların kardeşliği” hikayesine kanarak başka halkların kurtuluşuna gayret gösteriyoruz. Oysa bu iki taraf da bizi bu söylemlerle oyalamakta ve cemaatçısı /sağcısı ve solcusu  gözümüzün içine bakarak, milliyetçiliğin iyi bir şey olmadığını, her etnik gruba bir devlet gerekmediğini... söyleyerek ulusal birliğe giden yolu engellemektedirler. Hal böyle olunca, oluşan çakma kimlikle kendi kurtuluşumuzu bir tarafa bırakıp dünyayı kurtarmaya soyunuyoruz!
II.Dünya savaşında da Kurdlerin makus talihi değişmedi. Uluslar arası anlaşmazlıkları barışçıl yoldan çözmek için oluşturulan “Birleşmiş Milletler Örgütü “(1945) Kurdleri görmezden geldi.  Oysa Kurdler o sırada “Mehabat Kurd Cumhuriyeti”ni kurma girişiminde bulunmuş ve kısmen başarmışlardı. 
II. Savaşta da Kurdleri bozguna uğratan efendiler yine aynıydı. Rus, İngilz, ABD, İran, Turkiye  ve tabii ki işbirlikçi cehşler.
Birleşmiş Milletlerin uluslararası sorunlara çare aramak ve barışı tesis etmek amacıyla kurulduğu söylenir, ancak Kurd sorununda emperyal devletlerin çıkarlarını gözeterek  Mehabat Kurd Cumhuriyeti’nin dağılmasına göz yumması ve Kurdistanın beş parçaya bölünmesini onaylaması, organizasyonun güçlüden yana bir örgüt olduğunu göstermiştir.
Birleşmiş Milletler, aradan geçen onca zamana rağmen hala Kurdistan sorunu karşısında tavrını değiştirmiş değildir, çünkü efendilerin çıkarları bunu gerektiriyor. Nitekim örgütü kuran beş üyenin onayı olmadan karar alma şansı yoktur. Bu da gösterior ki Birleşmiş Milletler en büyük mafyadır.
1969 yılında Fas’ın başkenti Rabat’ta kurulan “İslam İşbirliği Teşkilatı” da Kurdleri gayri müslim saymış olmalı ki, günümüze dek süregelen Kurd katliamlarında tek bir söz bile sarf etmemişştir.
Bugün “III. Dünya savaşı”nın eşiğinde endişeyle olayları gözlemekteyiz ve yine Kurd coğrafyası talancıların paylaşım planlarında baş rol oynuyor. Çünkü dünya  petrol rezevrlerinin %30’u Kurd coğrafyasında bulunmaktadır.
Yine baş rol oyncuları aynı, ABD’nin başını çektiği NATO, diğer tarafta Rusya, İran ve Çinden oluşan bir çeşit devletler mafyası Kurdistan toprakları üstünde pazarlık yapıyorlar. Kurd ve Kurdistan hukukunu tanımakta şüpheli davranan mega mafya ve  sömürgeci bileşenler karşısında birleşmesi gereken Kurdlerin ne yaptığını merak ediyor insan !
Milli egoları henüz kıpırdayan Kurdlerin aidiyet duygusunu yönetmek isteyen sömürgeciler  böl-yönet politikalarıyla aşiret, cemaat ve parti çıkarlarıyla Kurdleri meşgul edip uluslaşmada geri kalmalarını sağlıyorlar. Bu yüzden Kurdler hala aralarındaki  çelişki ve çekişmelerle uğraşarak  mega oluşumları ıskalıyorlar.
Kuzeyde yürütülen siyasi soykırım operasyonları ve bölünmüşlük, güneyde Saddam süretine bürünmüş Maliki’nin karşısında aciz kalıp can düşmanı TC’ye sığınmaya çalışan Barzani’nin güven vermeyen politikaları ve belirsizlik, Batı Kurdistanında ümmetçilerle solcular arasında yaşanan çatışma hali ve bölünmüşlük ve Diasporadaki Kurdlerin parçalanmışlığı vb gibi... bütün bunlar III. Dünya savaşının Kurdler için kıyamet olacağını düşündürüyor insana !
Çok mu kötümserim..?
Elbette hayır.
Mevcut gelişmeler karşısında -en kısa sürede- bölünmüşlüğü ortadan kaldırarak  “ulusal birlik” sağlanmazsa eğer, umutlarımız bir başka bahara  kalır, demek istiyorum.
Son yirmi yıl içinde bir çok yeni devletin kurulduğuna tanık olduk.
Kürdistanın da özgürleşmesini istiyorsak eğer, öncelikle uluslaşmada önümüze çıkan engelleri ortadan kaldırmalıyız. Bölünmüşlük  basiretsizlik ve gecikmeye sebep olmaktadır. Bu sorunları  ortadan kaldıracak milli bir konsensusun zaman kaybedilmeden oluşturulması elzemdir.  
Asgari müştereklerde birleşerek tüm Kurdistan ve diasporada uygun örgütlenmelere gitmek çok mu zor..?
Diasporada parçalı bir görüntü sergileyen Kürtler, sahip oldukları potansiyel birikimlerini örgütlenme ve diplomaside kullanabilseler eğer, uluslaşmada yaşadığımız basiretsizlik kırılabilir ve gelişen birlik gücüyle kurtlar sofrasında yer alabiliriz.
Aklı selim Kurdler karşı karşıya bulunduğumuz sorunun bölünme olduğu yönünde hem fikirdir, ancak bu sorunun ortadan kaldırılıp milli birliğin oluşturulması yönünde sorunlar yaşamaktadır.
Batılı bazı siyasiler Suriye krizinde Kurdler arası oluşabilecek birliğin mevcut durumu değiştiriebileceğini, hatta bu olasılıktan korkulması gerektiğini bile dile getiriyorlar.
Bu gerçeği bütün dünya görüyor da Kurdler mi görmüyor?
Derler ki, kendine yabancılaşanlar gerçek resmi asla göremezler.
Kendimize yabancılaşmışsak eğer, tez elden bizi biz yapan kadim değerlere dönmeliyiz. Dr.Ali Şeriati’nin dediği gibi, “öze dönüş” olmadan ne birlik, ne de kurtuluş olamaz.
Zihnimizi ve değerlerimizi esir alan Arap, Türk ve Fars efendilerimiziden kurtulabilmek için öncelikle zihinsel özgürlüğü geçekleştirip öze dönüşü sağlamalıyız. Aksi taktirde efendilerimize cehş psikozu içinde hizmet  ederek yurdumuzda mülteci ruhuyla yaşamaya devam edeceğiz.
Bu belki de son fırsattır.
Çünkü bu son savaş ya kıyamet, ya da Kurdistanın kurtuluşu olacaktır.
Fikret YAŞAR

20 Kasım 2012 Salı

Dünyada Türk Algısı..!



  

Meclis Kürsüsünde konuşan MHP’li milletvekili Yusuf Halacoğlu, açlık grevleri ve legal Kürd siyasetini eleştirirken  Kurdleri ve Kurdçeyi aşağılayıcı bir dil kullanarak demokrasi havarilerine (!) ders verdi!
Kendilerini Kurdçe ifade edemeyen Kurdlerin geçmişte Kurdçe yerine Farsçayı kullanarak Mem u Zin ve Şerefnameyi yazdıklarını, bundan başka da yazılı eserlerinin olmadığını, dolayısıyla olmayan bir ana dil ile  savunma ve eğitim hakkı talebinin anlamsız olduğunu -hakaret amiz- MHP ağzıyla anlattı.
Bu tür adamları muhatap almamak gerekir deriz ya -çoğu zaman-, aslında yanlış yapıyoruz. 

Hoşuma gitmese de, hümanist yanıma ters gelse bile yeni jenerasyonun kulağına bozkurt soylu Turancıların dünyada nasıl algılandığını fısıldamak istiyorum.

“ En iyi savunma karşı saldırıdır.”  Sözü, boşuna söylenmemiştir !

Tarihi kaynaklara göre, Orta Asya’da talancılık ile geçinen ve bozkurt soyundan olduklarını ileri süren Turancılar, Büyük Çin Duvarı yapıldıktan sonra batıdaki zengin topraklara yöneldiler.
Medeniyet düşmanı bozkurtlar girdikleri topraklara yıkım ve acılara sebep oldukları için İslam ve Hristiyan alemi tarafından insanlık tarihine felaketin mimarları olarak kaydedildiler...

İslam âlimlerinden Selman Zebili, İmam Hazini, İ.H. Danişmenti, Buhari, Tabari, El Bağdadi, El Balhi, Beyzavi, Makdisi, Nesefi, Nüveyri, İbn'il Esir ve diğer Tüm Arab ulemaları; “YECÜC ve MECÜC’ün” aslında Türkler olduğunu ve hem Araplara, hem de insanlığa felaket getirdiğini savunmuşlardır.
Gerek Ahdi Atik - Ahdi cedit ve gerekse çeşitli Kur'an tefsirleriyle, islami eserlerde YECÜC-MECÜC ‘ü araştıranlara göre bu kavminin Türkler olduğu fikri geniş bir yer tutmaktadır.

Kaynaklara göre; 1-Kur’an Enbiya 96: “Yecüc-Mecüc’ün seddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden akarlar.” ( Ergenekon Destanı’nda bahsettikleri demir duvar olmalı)
Ulemalara göre;
Selman Zebili: “yecüc-mecüc” adıyla anılan halk Türk ve Moğollardır.
Yakubi: " Türkler ilk defa M.Ö. 510 Batı Hunlar ve 12. yüz yılda da Selçuklular döneminde batıya yayılmışlardır."
İmam Hazini:  Muhammed İbni Abbas’a dayanarak “YECÜC-MECÜC” denen halkın “Türkler” olduğunu şu kısayla anlatmıştır. “ Bir gün Hz. Âdem’in ergenliği azmış ve döl suyu toprağa karışmıştı. Tanrı Yecüc’ü o sudan yarattı. Bu nedenle onlar bizimle ana yönünden değil, baba yönünden birleşirler, bu yüzden de  insanlık için en büyük yıkım kaynağıdırlar.” der.
Ebül Hüreyye, Peygamber'e atfedilen “ Türk'ü öldürünüz”  sözünün yanı sıra şunları da söylemektedir. “ Etrak-i bi idrak. Türk’ün kanı helaldir. Türkü öldür baban olsa bile. Onlar iblis soyundandır, zulüm edecek ve cami sütunlarına atlarını bağlayacaklardır. Müslümanlar, Türklerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”
Yani, kendilerini "Müslüman" sayan "Türkler'i  "Müslüman" saymak şöyle dursun, İslam alemince  "düşman ve akılsız " ilan edilmiştir.
Buhari:  (e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad/96)    "Türklere karşı kı'tal, kesinlikle olacak."
El Bağdadi: Ye’cüc ve Me’cüc’ün Türkleri tanımladığını belirterek, yecüc sözcüğünün aslı ateşin şeraresi ve ışığı anlamına gelen Ecic ünnar maddesindendir, onların bu adla çağrılmalarının nedeni ise "kesret ve şiddetleri itibariyle Ecic’e benzetilmelerindendir." der.
Ahmedi: “İskendername” adlı eserinde Türk’ü, "her şeyi yakıp yıkan yaratık" olarak tanımlanmıştır.
İbni Haldun, “ Mukaddime” adlı eserinde 'Türklerin savaşçılıklarını övdükten' sonra, "hırsız,  talancı, kaba ve haşin ruhlu, ayağını bastığı her yeri harabeye çeviren, kanun ve hukuk duygusundan yoksun varlıklar" diye tanımlar.
Kanuni Sultan Süleyman döneminin Divanı Hümayun Katiplerinden Hafız Hamdi Çelebi,  Kanuni’ye şu satırları yazar:
Padişahım, kainatın yaratılışından bu yana,
Dünya hep Türklüğün kötülüklerinden bahis eder,
Allah Türk’e hiç anlayış gücü vermemiş midir? “
Bedi-i Zaman Saidi Kurdi, Turk milliyetçiliğini, Ye’cüc ve Me’cüc ile ilişkilendirerek: “Ye’cüc ve Me’cüc ehli garet ve fesad ve ehli xedaret ve medniyete ecel-i kaza hükmünde iki taife-i mahlûkattır. O vahşilerden Hun kabilesi Avrupayı hercü merc ettiği gibi, Moğol taifesi de Asya’yı zır u zeber eylemiştir. Kezalik Ye’cüc ve Me’cüc’ün ihtilalleri, nevi beşerin ihtiyarlığından gelme beşeri bir ateşli hastalık ve sıtma hükmündedir. “der
Cemal Abdulnasır; "Çocukluk yıllarımda havada ne zaman uçak görsem mırıldandığım"ey büyük allahım İngiliz'i yok et" bedduasını istemez ve eleştirirdim. Zamanla öğrendim ki dedelerim bu bedduayı Türklere karşı edermiş."
Araplar Türklerle ilgili olumsuz düşüncelerinden dolayı, BM de Türkiye'nin Kıbrıs'ı terk etme oylamasında da çekimser kalarak Türkiye aleyhine karar çıkmasına neden oldular.
Mısır Başkanı Enver Sedat, Kıbrıs'a dönen Makarios’a kardeşlik telgrafı çekmiştir.
Yaser Arafat, Kıbrıs Rumlarına " Biz sizleri kardeş mücadeleciler sayıyor, sizin zaferiniz bizim de zaferimiz olacaktır, çünkü düşmanımız aynıdır." demiştir.
Bizanslılar da batıya göç ederken önlerine çıkan medeniyetleri yerle bir eden Türkler hakkında şöyle yazmışlar: "kadına, yaşlıya, çocuğa ve hastalara bile saygısız vahşi bir kavim.”
Piskopos Efrahim, Batı Hunları için: “ Bunlar Ye'cüc ve Me'cüc’ün suvarileridir.” Der.
Süryani rahip Yakubi  “Vakayiname” adlı kitabında Ye'cüc-Me'cüc hakkında ayrıntılarıyla anlatır ve şöyle der: “ Turkaye milleti  ‘Agug-Magug’dan gelir.”
Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther; 1770’te Çariçe II. Katerina'ya yazdığı mektupta şöyle der: ” Türkleri ve dillerini Avrupa'dan silmek gerekir. Hümanizma ilkem olmasaydı, Türklerin kökünün kazındığını görmek isterdim, ya da öylesine uzaklara sürülmeliler ki bir daha gelmesinler. Devamında, Dünyada iki tehlike vardır, biri VEBA, diğeri de Türklerdir.”  “ Tanrım, bizi şehvetten, şeytandan ve Türkler’den koru!” diye de dua etmiştir.
Bertrand Rusel: ”Bilim ve Din” adlı kitabında, kuyruklu yıldızlarla Türkleri eş anlamda değerlendiriyor, çünkü orta çağda kuyruklu yıldızlar uğursuzluk ve felaket habercisiydi.
Papa Calixtus, İstanbul’un Türkler tarafından alınmasını kuyruklu yıldızın görünmesine bağlayarak, kuyruklu yıldızla gelmesi mukadder uğursuzlukların Hristiyanların üzerinden alınıp, Türklerin üstüne salınması için: “  ulu tanrım, bizi Türklerden ve kuyruklu yıldızlardan koru !” diye dua edilmesini istemişti!
Amerikan Başkanı Truman bile: " elimde olsaydı dünyada iki halkı yok ederdim, biri turkler, diğeri de İspanyollardır." demiş.
Prof Yalçın Küçük bile : “ Türkler dünya medeniyetine hiçbir katkı sunmadılar.” Diyebilmiştir.
İnternet'ten araştırıldığı zaman yukarıdaki olumsuz Türk algısının hala canlı olduğu, TC’nin bu algıyı değiştirmek için yerli yabancı derin-sivil kuruluşlarla bu algıyı değiştirmeye çaba sarf ettiği görülür. Ama girişimler beyhudedir, çünkü hala orta çağ zihniyetiyle insanların beyinlerine ve değerlerine kelepçe takmaya çalışan Turancı zihniyet, Neo-Osmanlı politikalarıyla soykırımları hatırlatacak tarzda politikalar yürüterek bu algıyı canlı tutmaktadır.
Dünya değişti, ama Türk egosu değişime direnmektedir.
Değişmeyen ırkçı ego kendini nasıl görüyorsa başkalarını da öyle bilir.

Yusuf  Halaçoğlu da aynaya bakıp kendini görünce karşısına çıkan ucubeyi Kürt sanıyor !

 Fikret YAŞAR

29 Ekim 2012 Pazartesi

Gönüllü Asimilasyon !



Bayramlaşmaya gelen bir Kurd kızıyla (13) biraz sohbet ettim.
Kurdi konuşmak istedim, ama Faté isimli Kurd kızı ısrarla turkçe konuştu! Anlaşılan turkçe konuşmak ona öz güven veriyordu.
Anne ve babası partili olan bu Kurd kızı, evde de turkçe konuşuyormuş meğer...
Her gün sabahın dördünde servis aracına binerek diğer akranlarıyla beraber Mersin, Tarsus ve Adana bahçelerinde toplayıcılık yapan Faté, türkçe konuşmanın kendisine bir ayrıcalık kazandırdığını, Kurdi konuşanlarınsa alaya alındığını kendince iza etmeye çalıştı.  Turkçe konuşmak ve türk kızları gibi makyaj yapıp dizi kültürüyle hareket etmek akranları arasında kabul ve saygı görme nedeniymiş ..!
Guruptaki kızların tümü Kurd, çavuşları Kurd, hatta patronları da Kurd imiş, ama Kurdi değil turkçe konuşuyorlarmış…
-Kurd olduğunuzu biliyor musunuz? Dedim.
-Evet…
-Peki, neden Kurdi konuşmuyorsunuz?
-Alay ediyorlar!
-Kim alay ediyor?
-Arkadaşlar.
-Onlar da Kurd değil mi?
-Hıı, evet, onlar da Kurd…
-Evde nece konuşuyorsun?
-Annem-babam evde Kurdi konuşuyorlar, ama biz (kardeşleri) turkçe konuşuyoruz. valaa, biz bütün mitinglere de gidiyoruz.”
-Peki, ne yapıyorsunuz orada?
-Yazıları taşıyoruz (döviz) slogan atıyoruz…
Ne diyorsunuz, yani hangi sloganları ..?
-Bji serok Apo,  birkaç tane daha da var ama unuttum…
-Peki, “Bji Kurd u Kurdistan” diyor musunuz?
-Hııı …
 Kurdlerin, Kurdi konuşmaktan ve Kurdi değerlerden uzaklaşarak turklüğe özenmesi karşısında üzülmemek elde değil. Sanırım TC, Kurdler'de bu zafiyeti gördüğü içindir ki, siyasetlerini de umursamıyor.
Bu yüzden olsa gerek dünya bile Kurdlerin ne istediğini umursamıyor!
Kurd Mahallesine kulak kabartıyorum bazen, büyüklerden tutun çocuklara kadar müthiş bir turklük özentisine şahit oluyorum. Manzara karşısında ister istemez şunu soruyor insan; Kurd  halkı gün be gün kendine yabancılaşırken siyasilerin AKP- Erdoğan ile (danışıklı) kavgası kime fayda sağlıyor..?
Köylerinden koparılıp şehirlerin varoşlarına mecbur edilen bu insanların büyük bir hızla dil, kültür ve kimlik değerlerinden uzaklaştığını görmüyorlar mı?
Sistemin turkluk özentisini dayatarak asimilasyona mahkûm ettiği Kurdleri bir takım kampanyalarla doğru yönlendirmek yerine, mücadeleyi örgüt, parti, lider çıkarları doğrultusunda yürütmenin yine sisteme fayda sağladığını görmezler mi..?

Mahalleden bakıldığı zaman mevcut sorunun AKP ve BDP’nin yürüttükleri tekçi Turki siyasetle çözülecek kadar basit olmadığı görülür, sorun vesayetçi Turk demokrasisine havale edilecek kadar basit de değildir. Toprağından koparılan bir halkın kimlik ve toprak sorunu demokratik taleplerle çözülemez. 
Kemalist sisteme güvenip -sözde- eşit vatandaşlık politikasıyla çözmeye çalışmak, gönüllü teslimiyettir, asimilasyona evet demektir. Zira mahalle gerçeği sosyo-ekonomik yönden güçlü olan egemen kimliği daha avantajlı kılıyor.
Tez elden mahalle gerçeğini dikkate alarak gönüllü asimilasyona engel olmak için Kurdiyata önem veren politika ve kampanyaların yürütülmesi sağlanmalıdır.
Mesela zaman zaman dile getirilen, ama bir türlü pratize edilemeyen aşağıdaki kampanyalara güç verelim:

-Kurdçe okuma yazmayı öğrenlim,
-Her yerde Kurdçe konuşalım,
-Kurd TV’lerine  EVET,
-Turk TV'lerine HAYIR,
-Turk okullarını  BOYKOT,
-Turk askerlikgörevini RET edelim, vb gibi...

 Kurdiyat'a hizmet edecek ve geliştirecek kampanyaları yürüterek Kurdi siyasetin cephe gerisi güçlendirilebilir. Ancak görünen o ki, mevcut durum siyasilerin cephe gerisiyle pek ilgilenmediklerini gösteriyor. Bu yüzden de sistem,  Kurdleri habire oyalamakta ve ölümü gösterip sıtmaya razı etmektedir.

Sözün kısası, sosyo-ekonomik yönden güçlü olan turki kimlik mahalleye hâkim durumda…
Bu da mahallenin turkleşmesi, Fatélerin turkçe konuşmaya devam etmesi demektir.
Alt kimlikte ısrar etmek,
Gönüllü birliktelik, 
Gönüllü asimilasyondur ..!

Fikret YAŞAR



23 Ekim 2012 Salı

ANADİLDE SAVUNMA HAKKI










"...Birine ait bir yere gireceksin, var olan her şeye el koyacaksın, bu yetmezmiş gibi, ondan senin gibi düşünmesini, senin gibi hissetmesini, senin gibi davranmasını bekleyeceksin. Kendisi adına düşünmesine gerek olmadığını, hayata dair verdiğin "reçeteleri" kullanmasını isteyeceksin ve bütün bunlar olmayınca da onu suçlayacaksın, anlamadığı bir dilde yargılayacaksın, hakaret edeceksin, haksızlık yapacaksın ve sonra da sana güvenmesini, inanmasını bekleyeceksin. Ardından "benim kardeşim, vatandaşım" bilmem ne …diye uyutacaksın..!"  ( Ş.Kaplan)

İnsan ancak özgürlük ortamında insani özelliklerini sergileyebilir.
Yani, her türlü kültürel gelişme –ancak- siyasi baskının uzak olduğu özgürlük iklimde ortaya çıkar. 
Özgürlük ikliminde ortaya çıkan öz güven kişiliğin gelişimini sağlayarak duygu ve düşüncede gelişmeye yol açar ve nihayetinde insanı insan yapar.
Despot sistemler baskı ve zulüm uygulayarak özgürlük ortamını tahrip ederken esas amaçları bireyi insani yeteneğinden, öz güvenden koparıp güdülebilecek sürü haline sokmak ve köleleştirmektir. Bunun için ilk önce dil, kültür ve kimlik değerleri yok edilir, sonrasında da devşirme bir kimlik dayatılır.  
Bin yıldan beridir Mezopotamya toprakları dışarıdan gelen istilacı güçler tarafından bu şekilde değişime zorlanmıştır. 
Önce Araplar din-ümmet kardeşliği dedi, sonrasında da ümmet kılıcını Araplardan devralan Türkler aynı hikaye ile köleliği dayattı. 
Köleliğe karşı direnen Kurdler, doksan yıldır TC’nin kötü muamele, inkâr ve soykırımından kurtulamadılar.
Bu süreç içinde farklılıkları potasında eritmeye çalışan TC, Kurdler'in yanı sıra diğer Anadolu halklarına ait değerleri de Türkleştirme yoluna başvurdu, yer isimleri Türkleştirildi, tarihi şahsiyetler Türk olarak tanıtıldı, binlerce yıllık geçmişi olan değerler yeni Türk kimliğine kurban edilerek beyinlere format çekildi.
Ama onca kötü muameleye rağmen Kurd ve Kurdistan'ın yok edilemeyeceği de anlaşıldı.
Anlaşıldı, ancak sistem bu sefer de yargıyı kullanarak uzatmaları oynuyor. 
Uyanışı yavaşlatmak ve devam eden asimilasyonun biraz daha derinliğine işlemesini sağlamak için yasaklar ve güvenlikçi tedbirlere ek olarak yargının gücünden faydalanmak istiyor. 
Aynı fikirde misiniz bilmiyorum, ama bana kalırsa sistem tüm baskı ve uygulamalarıyla toplumu dürterek devrime hizmet ediyor !
Yani, zindanlar, işkenceler ve yasaklamalar karşı tepkiyle devrim rüzgârını arkasına alarak büyümektedir, demek istiyorum
Çünkü kendimden biliyorum ..!
Diyarbakır Zindanına düştüğüm 1982 yılının bahar aylarında,  gördüğüm ve şahit olduğum kötü muamele karşısında şarj olmuş ve taraf olmayı öğrenmiştim. O dönemde benim gibi niceleri zindanlarda yakılan devrim ateşiyle aydınlanarak taraf oldular.
Yine o dönemde anadilde savunma hakkını talep edecek takatimiz yoktu belki, ama içimizden geçmiyor değildi. Üstelik ırkçı sistemin faşizan uygulamaları yetmiyormuş gibi Kurdi konuşmalarımıza karşılık Türk solundan  “ şovenist olmayın…” gibi tepkiler de alıyorduk. Ancak köprünün altından çok sular geçti. Gelinen süreçte gelişen siyasi mücadele ve kişilikle hareket eden Kurdler bugün ulusal haklarının yanı sıra anadilde savunma hakkını kullanmaya her zamankinden daha kararlı bir duruş sergilemektedirler. 
Dün zindanlarda bilendik, bugün dağlarda ve düz ovalarda bilenmeye devam etmekteyiz.
 Bilendik, ama bazen de gaza geldik…
Gazımızı almaya yönelik sarf edilen, ‘ …dağdan insin, düz ovada siyaset yapsınlar…’ önerisini tedbirsizce ciddiye alınınca tökezledik. Bu nedenle de KCK adı altında yürütülen siyasi soykırım operasyonları sonucunda binlerce Kurd gözaltına alınarak tutuklandı ve Türkçe biliyor diye ‘anadilde savunma hakkı’ mahkeme tarafından ret edildi. 
Şaka değildi, gerekçe; ‘ Türkçeyi çok iyi biliyorlar da bu yüzden kendilerini Türkçe savunmaları gerekiyor…’ yönündeydi.  
Doğrudur, Türkçeyi çok iyi biliyoruz,  ancak Türkçü eğitim sürecinden geçen Kurdler'in hepsi mutasyona uğramadı ki teslimiyet göstersin. Yani bir kısmı devşirme kimliği özümsemedi, ya da yutmadı. Bundan böyle de, ne ümmet kardeşliği, ne de halkların kardeşliği hikâyelerini yutmayacak ve bununla mayışmayacağız.
Artık kuralları biz koyacağız!
Bilinsin ki, Kurdler, örgütlü bir kampanya çerçevesinde ulusal haklarını sonuna kadar savunacak ve anadilde savunmak hakkından vaz geçmeyeceklerdir. Ve bilinmelidir ki, bize reva görülen kötü muameleyle kötü olmayacağız, aksine tüm dünyayla barışık, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir halk olarak varlığımızı kabul ettirmeye çalışırken evrensel hukuk normlarına dikkat edeceğiz.
Evrensel hukuka göre, ana dilde savunma hakkı kişinin en tabii hakkıdır. Kaldı ki, Lozan Antlaşmasının  39/5. maddesinde "Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıkların sağlanacağı" belirtilmiştir.
Yine Lozan Antlaşmasında  “Türkçeden başka dil konuşanlar” ifadesinden sadece gayrimüslim azınlıklar değil, anadili Türkçe olmayan diğer Türk uyrukları anlaşılmaktadır. Bu madde ile farklı dillere mensup vatandaşlara pozitif hak tanındığı ve farklı olarak kendi dillerini mahkemelerde kullanabilmeleri için kolaylık sağladığına dair yükümlülük getirildiği anlaşılmaktadır. 
Dolayısıyla Lozan Antlaşması, yapısı gereği bir iç hukuk normu vasfındadır ve aynı zamanda insan haklarına dair resmi bir belgedir. Bu, kişilerin kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri dilde kendilerini savunabilmeleri anlamına gelir. 
Ancak Türkiye'de realite farklıdır!
Türk yargısı Kurdler söz konusu olunca hukuki değil, siyasi karar alma ihtiyacı hissettiğinden anadilde savunma hakkını ret etmektedir. Bu da savunma hakkının kısıtlanması ve adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelir.
Sanık sandalyesine oturtulan Kurdler adi bir suçtan yargılanmış olsalardı eğer, Türkçe biliyor olsalar dahi anadil ile savunma talepleri ret mi edilecekti..? 
Sanmıyorum..!
Anayasada tüm sanıkların yargı önünde eşit muamele görme hakkına sahip olduğu ve bu hakkın güvence altına alındığı bilindiği halde siyasi yargı tırşıkçılık yapıyor...

Kısacası, Türkiye demokratik bir ülke olacaksa eğer, yargısı evrensel hukuktan güç almalıdır.
Aksi takdirde; 
1- Avrupa insan hakları mahkemesi Türkiye'de yaşayan halkın bir bölümünün anadiliyle mahkemelerde savunma hakkının devlet tarafından kısıtlanması sebebiyle Türkiye'yi ırkçılıkla suçlayabilir.
2-Türkiye'nin Suriye'deki insan hakları ihlallerine karıştığı gibi,  başka ülkeler de  ' anadilde savunma hakkı yasaklanıyor ' diye ülkedeki hak ihlallerine karışabilir!
Sonuç; Kurd halkının oylarıyla seçilmiş belediye başkanları,  avukatlar, aydınlar, gazeteciler ve milli değerlerine sahip çıkan tüm Kurdleri zindanlara tıkayarak, üstelik anadilde savunma haklarını yasaklayarak Kurd / Kurdistan sorunu çözülemez. 
Ya nasıl olacak?
Sayın Ahmet ALTAN’IN  “ ATAKÜRT ” isimli makalesinde yazdığı gibi biraz empati yaparak çözüme odaklanmak gerek…

Fikret YAŞAR  - GEWERİ



26 Eylül 2012 Çarşamba

KURDİ - KURDÇE - 4



KURDİ - KURDÇE  -4

Bugün dünya üzerinde pek çok dil ve bunlara bağlı lehçeler bulunmaktadır. 
Devlet olabilme şansı yakalayan diller lehçeler arasından birini tercih ederek dilde standartlaşmayı sağlamış ve yoluna devam etmiştir. Ancak boyunduruk altında tutulan diller gelişme olanaklarından yoksun bırakıldığı için yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır.
Demek ki, bir dilin yaşayabilmesi için öncelikle standartlaşıp okuma yazma dili haline gelmesi gerekiyor, aksi takdirde egemen dilin etkisiyle yozlaşıp zaman içinde yok olabilir.
Önceki bölümlerde Kurd dilinin tarihçesi ve lehçelerine değinmiş ve tüm talancı-inkârcı uğraşlara rağmen Kurdçenin dünya dil aileleri arasında yerini alarak resmi dil statüsü kazandığını açıklamaya çalışmıştım.
Bu bölümde de Kurdçenin Kurmanci, Sorani, Lorani, Gorani ve Zazaki lehçe ve şivelerin coğrafik konumlarını açıklamaya çalışacağım.
Kurdçenin coğrafik alanı Türk, Fars, Arap, Ermeni, Azeri ve Ruslar tarafından paylaşılan Büyük Kurdistandır.
Kürt tarihçisi Şerefxan 1500’lerde Kurdistan coğrafyasını şöyle tanımlamıştır: “ Okyanustan ayrılan Hürmüz Denizi kıyısından başlar Malatya ve Maraş illerinin nihayetine uzanır…”
LEHÇE ve ŞİVELERİN COĞRAFİK KONUMU
1-KURMANCİ:
Dört lehçe içinde en geniş yayılma alanına sahip olanıdır.
Kırmanci Lehçesinin konuşma alanını kuzeyden ele alırsak eğer, şöyle bir rota takip etmemiz gerekir. Azerbaycan sınırları içinde bulunan ancak, 1920’lerde Kurdistan’a Sor Devletinin şehirleri olan Gence, Kubatlı, Lâçin, Kelbeçer, Zengılan’dan başlayarak güneye doğru, İran’ın Maku, Xoy, Kotur, Urmiye, Şıno, Helgurd ve Irak’ın Rewandız, Akre, Amédiye, Hewlér, Dohok, Musul, Zaxo,  Suriye’nin Haseki, Qamışlo, Afrin, Halep, Şam, Türkiye’nin Hatay, Adana, Mersin, Akhisar, Konya, Ankara’nın bazı ilçeleri, Yozgat’ın bazı köyleri, Kırşehir, Kayseri, Sivas, Malatya, Erzincan, Erzurum, Ardahan’dan tekrar Gence’ye uzanan alan içindeki bölge ile beraber Lübnan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Nahcivan, Rusya, Kazakistan, İran’ın Horasan eyaleti ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerindeki Kürt nüfus tarafından konuşulmaktadır.
Şiveleri:
 a- Rewendi-Bayezıdi: Rewadi Kurd Devletinin egemenlik döneminde yörede hakim olmuştur. Kafkas Kurdistan’ından başlayarak güneydeki Şikak bölgesine kadar iner. Kars, Ağrı, Erzurum, Erzincan, Muş ve Wan yöresini içine alır.
b- Şıkaki: Urmiye gölü, Gewer-Y.ova, Elbak-Başkale ve Şemézdinan- Navşar yöresinde konuşulur.
c- Hekkari: Şırnak’ın hemen güneyinden başlayarak Hakkari ili sınırları içindeki Kürtlerce konuşulur. 
d- Boti: Zaxo´nun kuzeyinden başlayarak Suriye Türkiye sınırlarının kesiştiği alandan Cizre, Şırnak ve Eruh´u içine alacak biçimde Van Gölü´nün güneyinden Bitlis, Siirt, Batman ve Mardin illerinin doğu yörelerini içine alır.
e- Bahdini: Zaxo, Amédiye, Akre, Zêbar yöreleri ile Dohok ’ta konuşulur.
f- Sıncari: Sincar Dağı ve Şêxan yöresi Kürtlerinin konuştuğu şivedir.
g-Sılivi (Kiki-Mıli): Diyarbakır, Elazığ, Mardin yöreleri ile Fırat’ın doğu yakasında kalan kesimde konuşulur.
2-  SORANİ:  Hewlér’den güneye doğru Şirwan Çayı’ndan Xaneqin´e, oradan da İran-Serhend Dağı cıvarındaki Mesirabad, Bicar ve Esedawadan Hemrin Dağlarına dönerek Bahdinanla birleşen alanda konuşulur. Güney sınırının eni de Melayir, Kirmansah, Qesri Şirin ve Xaneqin ana yoluna kadar uzanır.
a- Sılêmani -Babani: Irak-Süleymaniye, Kerkük, Kıfri, Qeretepe, Tuz-siwan yöreleri ile Xaneqin´ in bazı köylerinde konuşulur.
b- Mukri: İran-Şıno, Nexede, Méraxe, Miyandivaw, Sahindij, Saqız, Bukan, Bane ve Serdeşt Kürtlerinin konuştuğu lehçedir.
c- Sıneyi: İran-Sıne (Senendec), Bicar, Kengewer ve Rewanser ile Ciwanro´nun kuzey yörelerinde konuşulur.
d-Germiyani: Xaneqin civarındaki bazı köylerde konuşulur.
3- LORANİ: Melayir, Kırmanşah, Qesri Şirin’den başlayarak Basra’ya kadar uzanan bölgede hâkimdir.
Şiveleri:
a- Xaneqini, b- Asil Lurri ya da Feyli, c- Kırmansani, d- Leki, e- Kelhori, f- Perewendi, g- Qulgayeyi,
4- GORANİ: Bağdat-Kırmanşah arasındaki dağlık bölgeden Hewraman’a doğru Paweh ve Kedule yöresiyle beraber Musul’un doğu ve kuzeyinde konuşulur.
Goran lehçesi, Baba Ardelan´ın 4. yüzyılda kurduğu Ardelan Beyliği döneminde yaygındı. Baba Ardelan, Moğolların yıktığı Şahrezor´u imar ettikten sonra şehri başkent yaptı. Goranların Zagros´un doğusundan Şahrezor’a doğru yayılmaları da bu beylik döneminde başlamıştır.
Şiveleri:
a- Hewramani: Şirwan Çayı’nın üst tarafına düşen Hewraman yöresi Kürtleri bu şiveyi konuşur. Hewraman dağlarının batı tarafı, Halepçe ve Pêncwîn, doğu yakası ise Sine ve Kırmanşah´tır. Hewraman yöresi; Hewramani Luhon, Hewramani Dızli, Hewramani Text, Hewramani Rézaw, Hewramani Ciwanro ve Hewramani Kenduleyî diye bölgelere ayrılır.
b- Bacelani: Zengene ve Şebek´i içerir. Musul´un doğusundan Başvaye yörelerinden yayılarak Hamdaniye´nin kuzey ve güneyine, oradan da Talabani ve Zengene yöresine kadar uzanarak Qeretû, Horên ve Şêxan´a dek dağılmışlardır. Bacelanîler Loristan´ın kuzeyindeki Zehaw yöresinde de yaşarlar.
c- Gehwareyi, d-Kenduleyi, e-Béwenici, f-Rijabi, g-Seyidi, h-Zerdeyi: şiveleri de yine İran Irak sınırlarının Goran mıntıkasında bazı köylerde konuşulmaktadır.
5- ZAZAKİ: Kuzey Kurdistan’ın Sivas, Zara, Erzincan, Adıyaman, Gerger, Urfa, Siverek, Diyarbakır, çermik, Çüngüş, Piran, Hani, Lice, Hazro, çınar ve Kulp,  Siirt, Kozluk, Sason ve Baykan, Bitlis, Mutki, Muş, Varto, Erzurum, Hınıs ve Tekman,  Tunceli, Pülümür, Nazimiye, Ovacık, Hozat ve Çemişkezek, Elazığ merkez ile Maden, Palo ve Karakoçan, Bingöl, Genç, Kiğı, Solhan ve Karlıova’da konuşulur. (Dil bilimci F. Hemé ve Dr. Fuat’a göre Zazaca, Goraninin bir şivesidir.)
Şiveleri:
a-Dersim Şivesi-Kuzey Zazaca: Dersim-Tunceli, Erzincan, Sivas, Muş, Erzurum dolaylarında Alevi Zazalar tarafından konuşulur. Bunun da kendi içinde ağız farklılıkları vardır. Dersim, Sivas, Muş’ta olduğu gibi….
b- Merkez Zazaca: Palu ilçesi başta olmak üzere Elazığ ve Bingöl illerinde genellikle Şafi Zazalar tarafından konuşulur. Bunun içinde de ağız farklılıkları vardır, Palu, Eğil, Solhan, Hini (Hani), Ergani, Kulp, Piran, Maden gibi...
c- Güney Zazaca: Urfa-Siverek, Adıyaman-Gerger, Bitlis-Mutki ve Diyarbakır Malatya dolaylarında Hanefi ve Şafii Zazalar tarafından konuşulur. Bunun içinde de kendi ağız farklılıkları vardır; Çermik, Gerger ve Siverek gibi...
ŞéXBIZINİ KURDÇESİ:  Şéxbızın Kurdleri Orta Anadolu’da yaşamaktadırlar. Şeyh hüseyni Kurdleri de denilmektedir. Şéxbızın Kurdleri İran - Kırmanşah, Kerkük, Xaneqin ve Süleymaniye kökenlidirler. 1514 çaldıran savaşından sonra Kerkük ve Süleymaniye’den Anadolu’ya gelmişlerdir.  Çaldıran savaşındaki başarılarından dolayı Anadolu vilayetleri ve Haymana yaylası kendilerine hediye olarak verilmiş, vergi ve askerlikten muaf tutulmuşlardır. Aşiret kendi içerisinde Kerküki-lek, Ler, Kelati, Xewend, Jiriki, Kuse, Sileni, Çel ve Palani gibi kollara ayrılır. Şéxbızıniler başta Ankara’nın Haymana, Bala, Polatlı ilçeleri olmak üzere, Konya, Kayseri, Akhisar, Kırşehir, Niğde, Yozgat ve diğer doğu illerinde yaşarlar. Şéxbızınilerin hikâyesinden de anlaşılacağı üzere Anadolu Türk ve Kurdlerin ortaklaşa çabaları sonucu Bizans’ın elinden alınmıştır. Atatürk de bu ortaklığı hesaba katarak 1920’deki İzmit konferansında gazetecilerle yaptığı söyleşide:” Mersin, Sinop arasında bıçak sırtıyla Türk ve Kürtler arasında bir sınır çizerek hısım ve akraba olan bu iki halkı bölmek imkânsızdır…” dediğinde Kurdlerin ortaklıktan gelen haklarının sınırını çizmiştir. Yani Kurdistan’ın Anadolu’daki batı sınırına dikkat çekiyor ve resmi ağızdan onaylıyordu. Ama ne hikmetse Kurd siyasetçi ve aydınları Atatürk’ün dikkat çektiği sınırların çok daha gerisine razı olmuş gibi hareket etmektedirler..!
Ayrıca son yapılan dil araştırmalarında Hint Avrupa dillerinin Mezopotamya’dan çıktığı ileri sürüldü. Yeni Zelandalı araştırma ekibi (Auc. Ün.) Kurdçeden 100 kelime alarak çalışmalarını yürüttüklerini ve diğer dillerin 1500 yıl önce Kurdçeden ayrıldığını, Kurdçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Hintçe, Portekizce, Rusça ve İtalyancayı kapsayan bu dil ailesinin 9 bin yıl önce yukarı Mezopotamya’da ortaya çıktığına dair çalışmayı bilim dünyasına açıkladı. Araştırma dünyada büyük yankı yaptı, bizim açımızdan tatminkâr olmasa bile Turancı kart-kurt teorisyenlerinin yüzüne bilim dünyasınca indirilmiş bir şamar olması sevindiricidir.
Zaman çok şeye gebedir.
Bekleyelim, görelim.
(devam edecek)
Fikret YAŞAR.
 KAYNAKÇA:
*E. C. Bedirxan – Kürtçe Dil Bilgisi
*V. Minorsky – Kürtler
*Şerefxan – Şerefname
*Murat Cıwan - Kürtçe Dilbilgisi

5 Ağustos 2012 Pazar

KURDİ - KURDÇE - 3




 




Lehçeler ve Şiveleri


Kaşgarlı Mahmut’un “ Divan-a Lugatı Türk” adlı eserinde belirttiği ERDUL KURD coğrafyasında Kurdçe hala başat dillerden biridir.
Tarihsel süreç içinde bu geniş coğrafyada pek çok Kurdi lehçe, şive ve bunlara bağlı ağızlar oluşmasına rağmen işgal ve yasaklar bu dilin gelişimine engel olmuştur.
Bilhassa TC’nin sözde dil bilimcileri bilimsellikten uzak siyasi amaçlı köken ve dil araştırmalarında Kurdleri “dağlı Türkler” dillerini de Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı gibi birkaç bin kelimelik dil olarak göstererek bu alanda en büyük tahribata neden olmuşlardır. Bu yönde yapılan siyasi amaçlı çalışmalar Kurdistan’da bölünme ve asimilasyon derinleştirmiştir. Özellikle Zazaca’nın Kurdçe’nin bir lehçesi olmadığına dair tezler dikkat çekicidir! Türklerin yanı sıra bazı Ermeni ideologlar da Zaza coğrafyasına göz dikerek Zazaca’nın Ermeniceye daha yakın ve Ermeni kökenli olduğuna dair tezler üretmişlerdir.
İşgaller kendi (ganimet-talan) kültürünü yaratır. Kadim Kurdistani zenginlik bu yüzden işgalcilerince sevilmiş ve terk edilmemiştir. Bu yüzden Anadolu’ya sonradan gelen Arap, Roma, Ermeni, Fars ve Türklerin Kurdistanı elde etme politikaları birbirine benzemektedir! Ne yazık ki Anadolu Kurdistan’ında amaçlarına ulaşamayan Ermeni ve Türkler, Gence, Kelbeçer, Lâçin, Zengılan ve çevresini kapsayan Kafkas Kurdistan’ında başarılı oldular. Gence bir zamanlar “Kurd Şeddadi Devletinin” başkentiydi, ama şimdi ..?
Peki bu halk bunca uzun zamandır neden işgal ve imhadan kurtulamıyor?
Tabii ki işgalcilerle sömürgecilerin ortaklığıdır buna sebep..!
Kurdi uyanışı ve gelişmeyi engellemek isteyen İşgalciler Kurdistan’da kalıcı olabilmek için, bölgede bilimsel çalışma yapmak isteyen ülkelere Kurdi değerleri yok sayma veya çarpıtma karşılığında ortak sömürü düzeni kurarak emanet coğrafyada devşirme iktidarlarına devam etmektedirler.
Ancak tüm işgal ve buna bağlı politikaların getirdiği yasaklara rağmen Kurdiyat yine de yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından dikkatle izlenmiştir.
Bu bölümde bazı Kurd araştırmacıların Kurdçe ile ilgili çalışmalarından özetler sunmak istiyorum, zira Kurdçeyi en iyi Kurdler –devşirmeler hariç- tahlil edebilir.
İlk defa 1597 yılında Bitlis emiri Şerefxan-é Bıdlisi tarafında yazılan “Şerefname” adlı eserde Kurd topluluk ve aşiretlerinin ele alındığını görüyoruz. Şerefxan yaklaşık olarak 400 yıl önce ele aldığı sosyolojik çalışmasında Kurdleri Kırmanc, Lor, Kelhur ve Goran olarak dörde ayırmıştır.
Ziya Gökalp, TC’nin 1922´de planlanan asimilasyon politikalarına veri toplamak için hazırladığı sosyolojik analizler çalışmasında konuyu çarpıtarak Kırmanc, Zaza, Soran, Goran ve Lurr’ların birbirlerini anlamayan beş ayrı kavim olduğunu ileri sürmüştür. Ancak daha sonra Ehmed-é Xani’nin çalışmalarından etkilenerek bunların kadim Kurdçenin lehçeleri olduğunu kabul eder!
Dr. Kemal Fuat, lehçeleri şiveleriyle beraber dikkate alarak dörde ayırır:
a) Kuzey Kırmanci Lehçesi: Şiveleri; -Efrini, -Cıziri / Botani, -Sıncari, -Bahdini,  -Hekkarî, -Şıkaki.
b)Güney Kırmanci Lehçesi: Şiveleri; -Sorani, -Sılêmani, -Mukri, -Sıneyi.
c)Güney Kurdçesi: Şiveleri; -Xaneqini, -Feyli, -Kırmanşahi, -Leki/Léhki, -Qulgayi, -Kelhori, -Perewendi.
d) Goran-Zaza Kurdçesi: Şiveleri; -Hewramani, -Kénuleyi, -Gehwareyi, -Bacélani, -Zengéneyi.
Dr. Fuad, Büyük Loristan´da konuşulan Lurr lehçesinin tartışmasız Güney Kurdçesi olduğunu belirtmektedir.
Heme Xurşid, Zımané Kurdi adlı eserinde şöyle bir analiz yapmaktadır.
a) Kuzey Kırmanci Lehçesi: Şiveleri -Beyazıdi, -Hekkari, -Botani, -Şemdinani, -Bahdinani.
b) Orta Kurmanci: Şiveleri; -Mukri, -Sorani, -Erdelani, -Sılêmani, -Germiyani.
c) Güney Kurmanci: Şiveleri; -Lurr, -Bextiyari, -Mamesani, -Gohgılo, -Lek / Léhi, -Kelhurri.
d) Goran: -Gorani, -Hewramani, -Bacelani, -Zazaca
Heme Xurşid de Lurrcayı Güney Kurmancisine dâhil etmiştir.
M. Emin Hewramani, çalışmalarında şöyle bir sınıflandırma yapar:
a) Yukarı Kırmanci ( Bahdini),
b) Orta Kırmanci (Sorani),
c) Aşağı Kırmanci ( Gorani).
Sonra da, Goraniyi şu şekilde şivelerine ayırır;  Hewramani, Lurri, Bacelani ve Zazaki.
Dilbilimci Malmisanij, Kürtçeyi beş ana lehçeye ayırır:
a) Kuzey Kurdçesi ya da Kırmanci lehçesi,
b)Güney Kurdçesi-Kırmanci veya Sorani,
c) Kırdki-Kırmanci, Zazaki veya Dımılki lehçesi. (Dérsim, Çewlıg, Améd ve Sêwereg de konuşulan şive)
d) Gorani lehçesi.( Zazakiye yakın olan bu lehçe Hewrami olarak da bilinir.)
e) Güney Kürdistan´ın diğer lehçeleri:  Kermansahi, Lekki, Lurri, Sencabi ve Kelhuri.
Malmisanij de Lurriyi Güney Kürdistan lehçeleri arasında göstermiştir.
Mıhemed Merduxi, Kurd lehçelerini Kırmanci, Gorani, Lurri ve
Kelhurri diye dörde ayırır.
Prof. Qınatê Kurdo, Zazaca ve Yukarı Kırmanc lehçelerinin ayni dil olduğunu söyler.
Eladdin Secadi, Kürt dilinde iki büyük lehçe bulunduğunu, bunlarınBahdini ve Sorani lehçeleri olduğuna dikkat çekerek Bahdini Lehçesinin Anadolu, Suriye ve Musul’da, Soranin ise Irak´ın İran sınırı Erdelan ve Mükriyanda konuşulduğunu söyler…
Kurdçe ile ilgili yabancı ve yerli araştırmacıların zaman zaman çelişmesinin esas sebebi yukarıda vurguladığım yasakçı engellerin olmasındandır. Çünkü çalışma sahası ve imkânları tehlike ve kısıtlı olanaklar yüzünden yeterince incelenemiyordu. Ama buna rağmen genel olarak Kurdçe’nin başlıca dört veya beş lehçeye sahip olduğu görüşü dil bilimciler tarafından kabul görmüştür.
Sonuç olarak Kurdçe'nin lehçelerini şöyle sıralayabiliriz:
1) Kırmanci,
2) Sorani,
3) Lorani,
4) Gorani
5)Zazaki
Bir dili tanımlamak ve tespit etmek için tek başına dilbilim yetmez elbette!
Doğru bir araştırma için tarih, sosyoloji, siyaset ve coğrafik etkenlerin de incelenmesi gerekir.
Ama artık Kurdistan yavaş yavaş özgürleşmekte ve oluşan özgürlük ortamında Kurd araştırmacıların bütün bunları dikkate alarak çok şey başaracaklarına inanmamız gerek…
(Gelecek bölüm: Lehçeler ve şivelerin coğrafik dağılımı)

7 Temmuz 2012 Cumartesi

KURDİ - KURDÇE - 2 (Tarihçesi)




Kurdçe yakın zamana kadar yasaklı olması sebebiyle kurumsallaşamamıştı. Bu yüzden de dil, kültür ve tarihsel değerlerini araştırıp geliştirme olanaklarından yoksundu.
Ancak siyasi kaygılardan uzak duran tarafsız bilim adamlarının yaptığı değerlendirmelerde Kurdçenin inkârcıların aksine dünya dilleri arasında yer bulduğunu görmekteyiz.
Dil bilimcilerin yaptığı çalışmalarda tüm dünya dilleri başta köken olmak üzere birbirleriyle olan ilişkilerine göre gruplara ayrılmıştır.
Buna göre:
1-Hint-Avrupa Dilleri: a-Asya kolu, b-Avrupa kolu diye ikiye ayrılır.
2-Hami-Sami Dilleri: Arapça, Akadca, İbranice, Tunus dilleri, Habeşçe, Kıptice, Berberice…
3-Bantu Dilleri: a) Güney Afrika, b) Orta Afrika dilleri.
4-Çin Dilleri: Çince, Tibetçe ve Burma dilleri.
5-Kafkas Dilleri: Ahbazca, Lezgice, Savanca, Lazca, İnguşca, Avarca, Dargice, Agulca…
6-Ural Dilleri: Fince, Macarca, Estonca, Uygurca, Samutçe, Türkçe.
7-Altay Dilleri: Moğolca, Mançurca, Tunguzca, Japonca ve Korece.
Konumuz Kurdçe, dolayısıyla Hint-Avrupa dilleri grubuna biraz daha yakından bakmakta fayda vardır.
Hint–Avrupa Dilleri
1-Avrupa Kolu
a-Cermen dilleri: İngilizce, Almanca, Hollandaca, İsveçce, Norveçce, Danca, İzlandaca, Yidişce.
b-Roman dilleri: Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence, Katalanca, Provensalca ve Ladino. (Bu kolun çıkış dili, Latincedir.)
c-Slav dilleri: Rusça, Ukraynaca, Sırpça, Hırvatça, Boşnakça, Lehçe, Bulgarca, Makedonca, Slovence, Slovakça, Çekçe.
d-Baltık dilleri:  Litvanya’ca, Leton’ca.
e-Kelt dilleri: Bretonca, Galce, İrlandaca, İskoçca, Kernevekçe.
f-Yunanca ve Arnavutça
2- Asya Kolu 
a- Hint dilleri: Sanskritçe, Bengalce, Hintçe, Nepalce, diğer Hindistan Dilleri,
b- Aryan-İran Dilleri: Farsça, Osetçe, Kurdçe, Belucice, Pehlevice,  Peştuca.
c- Anadolu dilleri: Hitit dili, Lidya dili, Likya dili. Luvi dili (ölü dillerdir.)
d- Ermenice
Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum!
“Kurdistan tarihi” adlı yazı dizisinde Hititler’in Kurdlerle akraba olduklarını ve hatta Hititçe, Kurdçe ve Türkçe karşılaştırmalı benzeşen sözcükler örneğinde Hititçenin Türkçeye tamamen yabancı, ama Kurdçeye benzerliğini bilgilerinize sunmuştum.
Yukarıda sunduğum dünya dilleri çalışmasında da Hititçe Kurdçe ile aynı dil ailesinde, yani Hint-Avrupa kolunda gösterilmiştir. Dünya bilim çevreleri bu gerçekleri konuşurken, TC’nin resmi/sözde dil bilimcileri ise kendi yalanlarıyla yeni nesilleri zehirleyerek Moğol oyunlarıyla iktidar oldukları emanet topraklarda işgal süresini uzatmak için hedefledikleri asimilasyonu gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Üzücü olan, Kurdlerin özenti ve çıkar dürtüsüyle bu asimilasyon çabalarına çanak tutmasıdır!
Sadede gelelim: İrani diller gramer yapıları bakımından kuzey, güney, batı ve doğu grubu olarak dörde ayrılır. Kurdçe kuzey-batı İran grubunda yer alırken, Farsça güney-batı grubunda yer almaktadır.
Kurdçenin içinde bulunduğu Hint-Avrupa dilleri ve Sami dilleri BÜKÜMLÜ DİLLER grubuna girerken, Çin dilleri tek heceli diller grubuna, Türkçe, Macarca ve Fince ise eklemeli diller grubuna girerler,
KURDÇENİN KONUMU VE LEHÇELERİ
Kurdçe, Anadolu, Kafkasya, Fars ve Arap toprakları (Kızıldeniz-Basra körfezi) arasında yer alan topraklarda konuşulur.
Kaşgarlı Mahmut  ‘Divan-ı Lugat-ı Turk’ (!) adlı eserinde bu geniş coğrafyaya “ERDUL KURD” demektedir (!).
Kürdistan toprakları, Iran, Irak, Suriye, eski SSCB ve Türkiye devletleri arasında paylaştırıldığı için, iktidar sahibi işgalci diller (Türkçe, Ermenice, Azerice, Farsça ve Arapça) resmiyet kazanırken, başta Kurdçe olmak üzere yerli diller yasaklanarak yok edilmeye çalışılmıştır

Buna rağmen Kurdçe Iran, Irak, Lübnan, Suriye, Ürdün, Ermenistan, Türkiye´de yani anavatanında hala konuşulmaktadır. Ayrıca Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Pakistan- Belucistan, Afganistan, Hindistan gibi ülkelerde de hala varlıklarını devam ettirmektedirler. Moskova, Bakü, Erivan, Tahran, Bağdat, Şam, Ankara gibi başkentlerin yanı sıra başta İstanbul olmak üzere diğer büyük şehirlerde Kürtçe konuşan yoğun bir nüfus bulunmaktadır. Diasporada bulunan Kurdlerin bir kısmı uygulanan soykırım/ zorunlu göç ve sürgünler sebebiyle bu kentlere yerleşirken, bir kısmı da çok eski tarihlerden beri yerleşiktir.
Ne ilginçtir ki Kurdçe, dünyadaki mevcut 52 devletin nüfusundan daha fazla bir nüfus tarafından konuşulduğu halde toprakları işgal edildiği için siyasette ve kamusal alanda yaygın bir şekilde kullanım şansı bulamamıştır.
Ama nihayet Güney Kurdistan’ da uzun zamandır yürütülen ulusal mücadele ve bunun getirdiği kültürel serbestlik ve ardından gelen yerel iktidar olanakları bu parçada Kurdçenin gelişmesine ortam hazırlamış ve resmiyet kazandırmıştır.
(Gelecek bölüm: LEHÇELER) 

24 Mayıs 2012 Perşembe

KURDİ - KURDÇE - 1 (Tarihçesi)



Türk siyasetçi Bülent Arınc’ın Kurdçe ile ilgili talihsiz konuşmasından sonra pek çok yazı yazılmıştı, Kurdçe medeniyet dili mi, değil mi, diye…
Bizde, “Devé dırevinı xare” diye bir söz vardır, sözlük anlamı; “Yalancının ağzı eğridir...” Bu bir Kurd atasözüdür ve bu söz Türk siyasetçi ve sözde bilim adamlarının Kurd sorunu karşısında içinde bulundukları hastalıklı durumu açıklamaya yeter, sanırım.
Irak, İran, Suriye, Lübnan, Mısır, Ermenistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Afganistan, Gürcistan, Kazakistan, Rusya ve Anadolu’da konuşulan bir dil ve 50 milyon civarındaki nüfusuyla bir halk tüm baskı ve soykırımlara rağmen hala ayakta kalıyorsa eğer, bunun bir sebebi vardır. Bu da bu halkı var eden dil ve kültür öğeleridir. Bu ögeler bir günde oluşmadığına göre, tarihin derinliklerine inip sebebi hikmetini görmek gerek.  
Tarih kitapları bize Mezopotamya’yı dünya medeniyetinin beşiği olarak tanıttı. Medeniyetin itici gücü yerleşik yaşam (şehircilik), dil ve kültürdür. Sözlük anlamı “ şehir” olan medeniyet, Arapça’ya Arami dilinden geçmiştir. Demek ki medeniyet kelimesinin orta Asya ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
 Mezopotamya Kurd, Asurî, Kildanı ve Aramilerin ortaklaşa yaşamından boy vermiş zengin bir yaşam ve bu yaşamın yarattığı bir dünya medeniyetidir. Çin, Mısır ve Mayalar’dan çok önce burada insanlık yerleşik hayata adım attı ve kültürel gelişim burada boy verdi. Antik dünyanın dikkatini çeken bu coğrafya -ne yazık ki- istilacı kavimler tarafından yok edilmeye çalışıldı, ama tüm baskı ve soykırımlara rağmen Kurdler tarih sahnesinden inmediler. Bunun sebebi şehircilik, tarım, okuma-yazma, matematik vb gibi ilkleri dünyaya kazandıran Someri, Elam, Kassi, Goti, Haldi ve Médi gibi Ari kavimlerin zengin kültür mirasıdır. Peki, bu zengin kültür mirasının ayakta kalan temsilcilerini değersiz göstermenin nedeni nedir? Sanırım korku olsa gerek! Aksi takdirde Mezopotamya dillerinden birinin medeniyet dili olmadığını söylemek mantığa sığar mı? Sığmaz elbette, aksi takdirde egemen zihniyet Türkî olmayan ve Osmanlının edebiyat, müzik ve devlet lügatinde yer alan Kurdi zenginliği Farsçaya mal etmezdi.  Aksi takdirde Kurdi realite kendini dayatınca, durumu kurtarmak için, değersizleştirme politikası yürütmeye çalışmazdı. Ancak Takke düştü kel göründü misali, Kurd ve Kurdistan’ın değerleri üstüne örtülen zulüm perdesi her geçen gün biraz daha aralanmakta ve aralandıkça da  topraklarımızda devam eden göçmen iktidarı sarsılmaktadır.
“Altının kıymetini sarraflar bilir “ derler.  Bir dilin kıymetini de ancak kullananlar bilir.
Dil bilimcilere göre, diller zaman içinde sosyal çevre, coğrafik alan ve halk hareketlerine bağlı olarak değişim göstermektedir.
Yine dil bilimci ve tarihçilere göre, Mezopotamya’daki topluluklar Ari dilini konuşuyordu. Fakat bazı araştırmacılar konuşulan dilin Ari dilinin hangi kolu olduğu konusunda net bir bilgi olmadığını söylemektedirler. Öyle olsa bile dünya medeniyetine öncülük yapan Mezopotamya dillerinin medeniyet yarışmasında diğer kavimlerden ileride oldukları tartışma götürmez bir gerçektir.
Rus tarihçi Halfin:” Dünyada masal ve hikâyeleri en çok olan halk Kurdlerdir…” diyerek Kurd kültürüne ve diline haklı bir övgüde bulunmaktadır.
Dr. Izady ise, hazırladığı Kurdçe sözlüğün önsözünde:” Başkaları dilini kendi yapmış, ama Kurdçeyi Allah yaratmıştır…” diyerek Mezopotamya kültür mirasını göklere çıkarmıştır.
Dr. Speizer, Zagros manzumesini oluşturan dört grubun Subaro, Goti, Kassi, Médi ve Lolo toplulukları ile Ararat Kurdler’inin her birinin kendine özgü bir dili olduğunu, bunların ayrı gibi görünmelerine, ya da farklı kelimeler barındırmalarına rağmen dildeki temellerinin aynı olduğunu söylemektedir.  Médi/Med dilinin Mekri (Makri) Kurdçesi olduğu ve Avesta’nın da Mekri Kürtçesiyle yazıldığı yine tarihçiler arasında kabul görmektedir.  Bu teori Hevart ve Darmis tarafından da desteklenmiştir. İran İzlenimleri” kitabının yazarı Darmis : “Medeler’in dili Avesta diliydi, Avesta dilinin Med dili olduğu, Pers’lerin Med İmparatorluğunu ele geçirdikten sonra bu dili kullandıkları Persepolis yazıtlarının incelenmesi sonucunda da ortaya çıkmıştır.” diyor.
Medler’in kısa tarihçesini anlattığım yazıda Med kralı Astiyages’ın Pers asıllı torununun dedesine karşı gelerek Med sarayını ele geçirdiğini ve ondan sonra İmparatorluğa ait –başta dil olmak üzere- tüm kültür değerleri ve sistemin Perslerce kullanıldığını vurgulamıştım.  
Bu konuda Rus tarihçisi Griyeft de şöyle der : “ Persler, başta dil olmak üzere tüm kültür öğelerini Med Ariler’den almıştır.”
R.Péşeng, Arap kültür emperyalizminin hâkim olduğu süreçte Kurdler Arapça kelimeleri fazla kullanmazken Farslar Arapçayı daha fazla kullanarak kadim Farsçadan uzaklaştılar, bu yüzden de sade Kurdçe ile yazı yazmak mümkünken Farsçayla yazmak güçtür.” Demektedir.  Bundan da anlaşılıyor ki göçmen halklar etkisine girdiği medeniyetlerin dilinden çok etkileniyordu. Göçmen Türkler Çin-Hint sınırında kurdukları egemenlik sürecinde yerel halkların dillerinin kullanarak URDUCA dilini yaratırken, Anadolu’da da Kurd ve Arab-ı İslam etkisiyle de Osmanlıca dilini yaratmışlardır..

Dünya dilleri ile ilgili çalışma yapan bir Fransız edebiyat dergisi zengin diller sıralamasında Kurdçeyi 31. sırada gösterdi. Devlet olanağına sahip Farsça 36, Türkçe ise 25.sırada yer bulmuştur. Devlet ve iktidar olanağından yoksun olan Kurdçenin 31. Sırada yer bulması ancak kadim kültür zenginliğiyle açıklanabilir, zira tüm istila ve baskılara rağmen hala Orta Doğuda Arapça, Farsça ve Türkçeden sonra en çok konuşulan dil olarak yaşamaya devam etmesi başka nasıl açıklanabilir?
Altay dil ailesine mensup Türkçe ile Sami dil ailesine mensup Arapçadan da tamamen farklı olan Kurdçe, gramer ve temel fiiller bakımından Sanskritçe, Farsça, Gurcice, Osetçe, Tacikçe, Peştuca, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça ve diğer Hint- Avrupa dilleri ile önemli benzerliklere sahiptir, nitekim Hint-Avrupa dilleri üstüne araştırma yapan Yeni Zellandanın Auckland Üniversitesi bu dil grubunun çıkış noktasının BOTAN, yani Yukarı Mezopotamya olduğunu açıkladı.
Bunun yanı sıra Kürdçenin Farsça ve Türkçeden de tamamen farklı, kendine özgü zengin kelime hazinesi, morfoloji, fonoloji ve gramer kuralları da vardır. Fransızca, Rusça ve Arapçada olduğu gibi, Kurdçede de adlar eril ve dişil olarak cinslere ayrılarak ifade edilmektedir. (2.bölümde açıklayacağım) Ancak bu özellik Farsça ve Türkçede bulunmamaktadır.
Çünkü Farsça ve Türkçe göçmen dilleridir.
Bu göçmen halklar Çin, Hint ve Kurdler sayesinde yerleşik yaşama kavuşmuşlardır.
Kısacası yerleşik yaşam, yani medeniyet üretimle ilişkilidir ve bu ilişkiden de dil ve kültür boy verir.
(Devam edecek)

Fikret Yaşar
KAYNAK:
*R.Péşeng-“ Kürt Milliyetçiliğinin Altyapı Analizi” 
*A.Karduxos- “Medeniyet” (mkl)

13 Nisan 2012 Cuma

KURDİSTAN TARİHİ (İslamiyet Dönemi)


İslamiyet Dönemi Kurdistan

Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkları sürece, avcılar kahramanlık öykülerini anlatmaya devam edecektir.

Eski çağ Kurdıstan tarihini yorumlarken Basra körfezinden Kafkaslara kadar uzanan coğrafyada yaşayan ARYANLARIN Kurdler’in ataları ve  medeniyetin öncüleri olduğunu  kısaca açıklamaya çalışmıştım.

İslam’i fetihlerle eski çağı kapatıp yeni bir çağa giren Kurdıstan, Arap  istilacıların din adına başlattıkları kültür emperyalizmi ile hem kimliğinden hem de topraklarından ödün verdi.

“İstilalar Kurdıstan’ı savaşlar ve isyanlar meydanına çevirmiştir, bu yüzden Kurdıstan tarihi savaşlar ve isyanlar tarihidir.”

Med İmparatorluğundan sonra birlik ruhunu kaybeden Kurd aşiretleri feodal yapılarından ödün vermeyince sömürgeciler  için  Kurdıstan’ı işgal etmek kolaylaşmıştır.

İslamiyet döneminde dine bağlılıkları aleyhlerinde kullanılan Kurdler, sahip oldukları devletleri kaybettikleri gibi, milli birlik ruhunu da kaybederek arada geçen bin yılda istilacılara hizmet eden ağalık ve beylikten öte bir hakka sahip olamadılar.

Milli ruhtan yoksun bir halk egemenine özenir ve eninde sonunda devşirtilir…

Bu yüzden Kurdler  Irakta Arap, İran’da Fars, Türkiye’de de Türklük özentisine kapılıp devşirme kimliğe hizmet etmektedirler.

Milli birlik ruhunu geliştiremeyen bu halkın itirafçısı, cemaatçisi, ihalecisi ve birliğe yanaşmayan siyasetçileri karnında bir şey mi saklıyor, acaba?

Kurdçe bir atasözü vardır; “ Her Kurdeké zıké xwe da heft salan ağatı kıriye…”

(Her Kurd karnında (gönlünde) yedi yıl ağalık yapmıştır.)

Atalarımız bu sözü boşuna söylememiştir…

Karnımızda sakladığımız ağalıktan olsa gerek, yerleşik yaşamı, edebiyatı, müziği ve medeniyeti kendilerine öğrettiğimiz istilacıların yönetim ve ittifakını bizimkilere  tercih ediyoruz !..

Kurdistan-post.ru  yazarlarından Hejaré ŞAMIL bir makalesinde, “DTK’nın “Anadilimde eğitim istiyorum” kampanyasının tartışıldığı toplantıda prof. Celîl’in : “ Dilimizin adı Kurdçedir. Millet olarak Kurd, ülkemiz de Mezopotamya değil, Kurdıstan’dır. Ülkemizin adını 500 yıldır Osmanlı kullanmış, ama biz inkar ediyoruz!!! Mezopotamya yerine Kurdıstan demeliyiz artık”. sözlerine dikkat çekmiştir. (http://kurdistan-post.ru/siyaset/515-ayran-isteyip-tas-saklamak.html)

Mezopotamya uygarlığın ilk tohumlarının atıldığı yer olmakla beraber, insanlık tarihinde  ilk defa yerleşik yaşama öncülük yapan Ayranların (Kurdler’in) ana vatanıdır.

Dünya medeniyetine öncülük yapan Elami, Someri, Goti, Horri-Mittani, Kassi, Loloyi, Médi,  Xaldi ve diğer küçük Ari krallıklar Basra’dan  Anadolu’ya doğru kıvrılan bereketli hilalde (Mezopotamya) önemli devletler kurdular.

Dünya bu uygarlığı Mezopotamya olarak tanımlıyorsa, bize düşen görev de Mezopotamya adına sahip çıkıp bu ifadenin Büyük Kurdıstan’ı kastettiğini  savunmaktır.

Sonradan bu coğrafyada iktidar olan istilacılara bunu mal etmek yanlıştır.

Ayrıca, Mezo-potamya gerek etimolojik ve gerekse anlam bakımından Kurdi bir sözcüktür.

"Mezo", mezra dan türemiş olup, suyu bol yeşil alan anlamındadır.   "…potamya", yani Botan(ya), merkezi Kurdıstan’ı ifade eder.

Türki kafayla (vb diğer) düşünüp Kurdçe konuşmaya çalışanlara bu sözcük yabancı gelebilir, ama bu sözcüğün aslı  “Mezr-a Botan”, yani KURDISTAN’ DIR.

Mezopotamya / Kurdıstan tarihini ilk 16 bölümde kısa özetler halinde yorumlamaya çalıştım.

Bundan sonraki bölümlerde de İslamiyet dönemi Kurd devletleri ile Beyliklerin tarihini yorumlamaya çalışacağım...

İslamiyet Dönemi Kurdistan :

Eski çağın son dönemlerinde Sasaniler’e satraplık halinde bağlı yaşayan Kurd hanedanları Arap fetihlerinden sonra eski bir çağı kapatıp yeni bir çağa girdiler.

Bu çağ, Kurdler’in kimliksizleştirilip egemenliklerine son verildiği çağdır.

Bu çağda Kurdıstan, Perslerin uyguladığı satraplık modeli yerine Cibal-ı Irak / Acem  ve Cibal-ı Arap diye iki parça halinde merkezi Arap idaresine bağlandı.

Arap idaresi,  bu dönemde Kurdıstan’da kavmi bir uyanışı engellemek için Müslüman olan Kurdler’le olmayanları din kavgasına sürükleyerek egemenliklerini pekiştirmeye çalıştı.

Ancak kısa bir süre sonra Arap yönetimi kendi iç kavgalarından dolayı zayıflayınca bu durumdan faydalanan Müslüman Kurd Beyleri bağımsızlıklarını ilan ederek,  her biri yüzyılı aşkın süre devam eden Kurdi devletler kurdular.

Bu devletler:1-Hemdani, 2-Alamoti (Alamut kalesi), 3-Ziyari, 4-Şeddadi, 5-Buweyhani, 6-Kakoveyi, 7-Gor-i / Gorani, 8-Hasanweyhi, 9-Fedlawi, 10-Pado-sabani, 11-Xurşid-i Loristani, 12-Atabegi (Hızarhespan-Bin atlılar), 13-Annazi, 14-Safevi,  15- Eyyubi İmparatorluğu, 16- Kızıl Kurdistan (Kurdıstana Sor), 17- Mehabat Kurd Cumhuriyeti.

Bunlara 1922 yılında Azerbaycan ile Ermenistan arasında kurulan “Kızıl Kurdistan” ve 1946 da İran’da kurulan “Mehabat Kurd cumhuriyeti”ni de katabiliriz.

Kurdi devletlerin yanı sıra İslamiyet döneminde yarı bağımsız yaşayan Kürt Beylikleri de şunlardır:1- Erdelani, 2- Hakkari, 3-Amédi, 4-Cıziri, 5- Bıdlisi, 6- Mıdrasi, 7-Paloyi, 8-Çermıki, 9-Çemışgezeki,10-Sasoni, 11-Xizani, 12-Kılési(Kilis), 13-Şérvani, 14, Zırekani, 15-Sıvédi, 16-Sılémani, 17-Sohrani, 18-Babani,19-Soma-Bradosti, 20-Mekri, 21-Mahmudi, 22-Dımbıli, 23-Kelhori, 24-Banehi, 25-Zengini, 26-Pazuki Beyliği...

Tarihte 23 devlet (!) kurmakla öğünen Turancıların, toplam 30 devlet ve 26 beylik kuran Kurd tarihini inkar etmelerinin sebebi, gerçeklerle yüzleşme korkusudur !
Göçmen oldukları emanet coğrafyada Kurdler ve diğer Müslüman halklar sayesinde iktidar olduklarını biliyorlar. Borçlu oldukları halkları inkar ve imha ederek emanet coğrafyadaki varlıklarını devam ettireceklerini sanıyorlar.
Sadede gelelim:
Türkmenler Kurdıstan topraklarına ayak bastıklarında paralı askerlik yaparak önce Arapların sonrasında da yerel Kurd devletleri ve beylerinin himayesinde yerleşik yaşama alıştırıldılar.

Daha sonraları emir komuta kademesinde bulundukları orduları darbe ve isyanlarda kullanarak yerel egemenlikler kurdular. Emanet coğrafyada elde ettikleri egemenliği koruyabilmek için ayak oyunlarına baş vurarak Kurd Mirlerin iyiniyetini suistimal ettiler.

Bağdat halifesini ayartan Selçuklu Sultanı Melikşah, Bizans’a karşı İslam’i birlik kurmak için Müslüman Mir ve beylerin ona itaat etmesi için halifeden fetva ister. Kurdlerle pek anlaşamayan halife bu girişimi “cihada çağrı” gibi göstererek fetva verir ve Melikşah’ı yetkili kılar. İstediğini alan Melikşah da halifenin jestine karşılık kızını onunla evlendirir.

Halifenin fermanından sonra İslam otoritesine ruhen bağlı olan  Kurd Devletleri ümmet birliğine katılmak inancıyla savaşmadan egemenliklerini Selçukluya devrettiler.

İslam’a olan saygılarından dolayı din otoritesinin kararına uyan Kurdler, bu sebepten bin yıldır ümmet disiplini içinde din kardeşlerinin zulmüne  uğramaktadırlar.

Selçukluların egemenliğ ele geçirmeleriyle beraber Kurd devletleri, kurulan İslam’i birlikten sonra tarih sahnesinden çekilerek yerlerini beyliklere bıraktı.

Kurdler’in bugün bile özgürlük mücadelesinde başarıya ulaşmamalarının temel nedeni, din faktörünü göz ardı etmeleridir !...

İmparatorluk haline gelen Selçuklu, belli bir süre sonra  Türkmenlerle mezhep anlaşmazlığına düştü ve Irak-ı Acem - Irak-ı Arap (Kurdıstan), İran, Suriye Selçukluları diye dört parçaya ayrıldı.

Selçuklulardan sonra bölgede iktidar olan Osmanlılar da yine mezhep çatışmaları sonucu  Türkmenlerle anlaşmazlığa düştü ve bu çatışmalar sonucunda Türkmenlerin bir kısmı   Azerbaycan’a, diğer kısmı ise İran’a çekildi.

Şii Türkmenler Safeviler’in güçlenmesini sağlarken, Sünni Kurdler de Osmanlıların güçlenmesine sebep olmuşlardır. Kurdler’in Osmanlıyla ittifakı, Osmanlı devletini İmparatorluk haline getirmiş,  aynı zamanda Kurdler’in de kendi içinde bağımsız yaşamalarına olanak sağlamıştır.

1800’lere kadar  devam eden Osmanlı - Kurd ümmet birliği, Fransız devriminin etkisiyle zayıflamaya  başlayınca Turancılar harekete geçti.

Kurtuluş savaşında bile birlikten yana tavır alan Kurdler, 1920 ‘lerde kurulan yeni cumhuriyetin ‘ortak kurucusu ve asli unsurları’ olmalarına rağmen, devletin silahlı gücünü eline geçiren Turancıların ihanetine uğradılar.

Bu ihanet, Kurdler’i anayurtlarında soykırıma ve uşaklığa maruz bırakarak günümüze kadar süregelen huzursuzluğun sebebi olmuştur…(devam edecek...)

Fikret YAŞAR


KAYNAK:
-S.M.Toli Aryadan Kurdlere
-E.Xemgin- K.Tarihi
-W.Tori - Med Sonrası Kurdler
-Khusrew- Kurd Devletleri
-Nikitin- Kurdler