kurdistan tarihi, felsefe, din,

13 Nisan 2012 Cuma

KURDİSTAN TARİHİ (İslamiyet Dönemi)


İslamiyet Dönemi Kurdistan

Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkları sürece, avcılar kahramanlık öykülerini anlatmaya devam edecektir.

Eski çağ Kurdıstan tarihini yorumlarken Basra körfezinden Kafkaslara kadar uzanan coğrafyada yaşayan ARYANLARIN Kurdler’in ataları ve  medeniyetin öncüleri olduğunu  kısaca açıklamaya çalışmıştım.

İslam’i fetihlerle eski çağı kapatıp yeni bir çağa giren Kurdıstan, Arap  istilacıların din adına başlattıkları kültür emperyalizmi ile hem kimliğinden hem de topraklarından ödün verdi.

“İstilalar Kurdıstan’ı savaşlar ve isyanlar meydanına çevirmiştir, bu yüzden Kurdıstan tarihi savaşlar ve isyanlar tarihidir.”

Med İmparatorluğundan sonra birlik ruhunu kaybeden Kurd aşiretleri feodal yapılarından ödün vermeyince sömürgeciler  için  Kurdıstan’ı işgal etmek kolaylaşmıştır.

İslamiyet döneminde dine bağlılıkları aleyhlerinde kullanılan Kurdler, sahip oldukları devletleri kaybettikleri gibi, milli birlik ruhunu da kaybederek arada geçen bin yılda istilacılara hizmet eden ağalık ve beylikten öte bir hakka sahip olamadılar.

Milli ruhtan yoksun bir halk egemenine özenir ve eninde sonunda devşirtilir…

Bu yüzden Kurdler  Irakta Arap, İran’da Fars, Türkiye’de de Türklük özentisine kapılıp devşirme kimliğe hizmet etmektedirler.

Milli birlik ruhunu geliştiremeyen bu halkın itirafçısı, cemaatçisi, ihalecisi ve birliğe yanaşmayan siyasetçileri karnında bir şey mi saklıyor, acaba?

Kurdçe bir atasözü vardır; “ Her Kurdeké zıké xwe da heft salan ağatı kıriye…”

(Her Kurd karnında (gönlünde) yedi yıl ağalık yapmıştır.)

Atalarımız bu sözü boşuna söylememiştir…

Karnımızda sakladığımız ağalıktan olsa gerek, yerleşik yaşamı, edebiyatı, müziği ve medeniyeti kendilerine öğrettiğimiz istilacıların yönetim ve ittifakını bizimkilere  tercih ediyoruz !..

Kurdistan-post.ru  yazarlarından Hejaré ŞAMIL bir makalesinde, “DTK’nın “Anadilimde eğitim istiyorum” kampanyasının tartışıldığı toplantıda prof. Celîl’in : “ Dilimizin adı Kurdçedir. Millet olarak Kurd, ülkemiz de Mezopotamya değil, Kurdıstan’dır. Ülkemizin adını 500 yıldır Osmanlı kullanmış, ama biz inkar ediyoruz!!! Mezopotamya yerine Kurdıstan demeliyiz artık”. sözlerine dikkat çekmiştir. (http://kurdistan-post.ru/siyaset/515-ayran-isteyip-tas-saklamak.html)

Mezopotamya uygarlığın ilk tohumlarının atıldığı yer olmakla beraber, insanlık tarihinde  ilk defa yerleşik yaşama öncülük yapan Ayranların (Kurdler’in) ana vatanıdır.

Dünya medeniyetine öncülük yapan Elami, Someri, Goti, Horri-Mittani, Kassi, Loloyi, Médi,  Xaldi ve diğer küçük Ari krallıklar Basra’dan  Anadolu’ya doğru kıvrılan bereketli hilalde (Mezopotamya) önemli devletler kurdular.

Dünya bu uygarlığı Mezopotamya olarak tanımlıyorsa, bize düşen görev de Mezopotamya adına sahip çıkıp bu ifadenin Büyük Kurdıstan’ı kastettiğini  savunmaktır.

Sonradan bu coğrafyada iktidar olan istilacılara bunu mal etmek yanlıştır.

Ayrıca, Mezo-potamya gerek etimolojik ve gerekse anlam bakımından Kurdi bir sözcüktür.

"Mezo", mezra dan türemiş olup, suyu bol yeşil alan anlamındadır.   "…potamya", yani Botan(ya), merkezi Kurdıstan’ı ifade eder.

Türki kafayla (vb diğer) düşünüp Kurdçe konuşmaya çalışanlara bu sözcük yabancı gelebilir, ama bu sözcüğün aslı  “Mezr-a Botan”, yani KURDISTAN’ DIR.

Mezopotamya / Kurdıstan tarihini ilk 16 bölümde kısa özetler halinde yorumlamaya çalıştım.

Bundan sonraki bölümlerde de İslamiyet dönemi Kurd devletleri ile Beyliklerin tarihini yorumlamaya çalışacağım...

İslamiyet Dönemi Kurdistan :

Eski çağın son dönemlerinde Sasaniler’e satraplık halinde bağlı yaşayan Kurd hanedanları Arap fetihlerinden sonra eski bir çağı kapatıp yeni bir çağa girdiler.

Bu çağ, Kurdler’in kimliksizleştirilip egemenliklerine son verildiği çağdır.

Bu çağda Kurdıstan, Perslerin uyguladığı satraplık modeli yerine Cibal-ı Irak / Acem  ve Cibal-ı Arap diye iki parça halinde merkezi Arap idaresine bağlandı.

Arap idaresi,  bu dönemde Kurdıstan’da kavmi bir uyanışı engellemek için Müslüman olan Kurdler’le olmayanları din kavgasına sürükleyerek egemenliklerini pekiştirmeye çalıştı.

Ancak kısa bir süre sonra Arap yönetimi kendi iç kavgalarından dolayı zayıflayınca bu durumdan faydalanan Müslüman Kurd Beyleri bağımsızlıklarını ilan ederek,  her biri yüzyılı aşkın süre devam eden Kurdi devletler kurdular.

Bu devletler:1-Hemdani, 2-Alamoti (Alamut kalesi), 3-Ziyari, 4-Şeddadi, 5-Buweyhani, 6-Kakoveyi, 7-Gor-i / Gorani, 8-Hasanweyhi, 9-Fedlawi, 10-Pado-sabani, 11-Xurşid-i Loristani, 12-Atabegi (Hızarhespan-Bin atlılar), 13-Annazi, 14-Safevi,  15- Eyyubi İmparatorluğu, 16- Kızıl Kurdistan (Kurdıstana Sor), 17- Mehabat Kurd Cumhuriyeti.

Bunlara 1922 yılında Azerbaycan ile Ermenistan arasında kurulan “Kızıl Kurdistan” ve 1946 da İran’da kurulan “Mehabat Kurd cumhuriyeti”ni de katabiliriz.

Kurdi devletlerin yanı sıra İslamiyet döneminde yarı bağımsız yaşayan Kürt Beylikleri de şunlardır:1- Erdelani, 2- Hakkari, 3-Amédi, 4-Cıziri, 5- Bıdlisi, 6- Mıdrasi, 7-Paloyi, 8-Çermıki, 9-Çemışgezeki,10-Sasoni, 11-Xizani, 12-Kılési(Kilis), 13-Şérvani, 14, Zırekani, 15-Sıvédi, 16-Sılémani, 17-Sohrani, 18-Babani,19-Soma-Bradosti, 20-Mekri, 21-Mahmudi, 22-Dımbıli, 23-Kelhori, 24-Banehi, 25-Zengini, 26-Pazuki Beyliği...

Tarihte 23 devlet (!) kurmakla öğünen Turancıların, toplam 30 devlet ve 26 beylik kuran Kurd tarihini inkar etmelerinin sebebi, gerçeklerle yüzleşme korkusudur !
Göçmen oldukları emanet coğrafyada Kurdler ve diğer Müslüman halklar sayesinde iktidar olduklarını biliyorlar. Borçlu oldukları halkları inkar ve imha ederek emanet coğrafyadaki varlıklarını devam ettireceklerini sanıyorlar.
Sadede gelelim:
Türkmenler Kurdıstan topraklarına ayak bastıklarında paralı askerlik yaparak önce Arapların sonrasında da yerel Kurd devletleri ve beylerinin himayesinde yerleşik yaşama alıştırıldılar.

Daha sonraları emir komuta kademesinde bulundukları orduları darbe ve isyanlarda kullanarak yerel egemenlikler kurdular. Emanet coğrafyada elde ettikleri egemenliği koruyabilmek için ayak oyunlarına baş vurarak Kurd Mirlerin iyiniyetini suistimal ettiler.

Bağdat halifesini ayartan Selçuklu Sultanı Melikşah, Bizans’a karşı İslam’i birlik kurmak için Müslüman Mir ve beylerin ona itaat etmesi için halifeden fetva ister. Kurdlerle pek anlaşamayan halife bu girişimi “cihada çağrı” gibi göstererek fetva verir ve Melikşah’ı yetkili kılar. İstediğini alan Melikşah da halifenin jestine karşılık kızını onunla evlendirir.

Halifenin fermanından sonra İslam otoritesine ruhen bağlı olan  Kurd Devletleri ümmet birliğine katılmak inancıyla savaşmadan egemenliklerini Selçukluya devrettiler.

İslam’a olan saygılarından dolayı din otoritesinin kararına uyan Kurdler, bu sebepten bin yıldır ümmet disiplini içinde din kardeşlerinin zulmüne  uğramaktadırlar.

Selçukluların egemenliğ ele geçirmeleriyle beraber Kurd devletleri, kurulan İslam’i birlikten sonra tarih sahnesinden çekilerek yerlerini beyliklere bıraktı.

Kurdler’in bugün bile özgürlük mücadelesinde başarıya ulaşmamalarının temel nedeni, din faktörünü göz ardı etmeleridir !...

İmparatorluk haline gelen Selçuklu, belli bir süre sonra  Türkmenlerle mezhep anlaşmazlığına düştü ve Irak-ı Acem - Irak-ı Arap (Kurdıstan), İran, Suriye Selçukluları diye dört parçaya ayrıldı.

Selçuklulardan sonra bölgede iktidar olan Osmanlılar da yine mezhep çatışmaları sonucu  Türkmenlerle anlaşmazlığa düştü ve bu çatışmalar sonucunda Türkmenlerin bir kısmı   Azerbaycan’a, diğer kısmı ise İran’a çekildi.

Şii Türkmenler Safeviler’in güçlenmesini sağlarken, Sünni Kurdler de Osmanlıların güçlenmesine sebep olmuşlardır. Kurdler’in Osmanlıyla ittifakı, Osmanlı devletini İmparatorluk haline getirmiş,  aynı zamanda Kurdler’in de kendi içinde bağımsız yaşamalarına olanak sağlamıştır.

1800’lere kadar  devam eden Osmanlı - Kurd ümmet birliği, Fransız devriminin etkisiyle zayıflamaya  başlayınca Turancılar harekete geçti.

Kurtuluş savaşında bile birlikten yana tavır alan Kurdler, 1920 ‘lerde kurulan yeni cumhuriyetin ‘ortak kurucusu ve asli unsurları’ olmalarına rağmen, devletin silahlı gücünü eline geçiren Turancıların ihanetine uğradılar.

Bu ihanet, Kurdler’i anayurtlarında soykırıma ve uşaklığa maruz bırakarak günümüze kadar süregelen huzursuzluğun sebebi olmuştur…(devam edecek...)

Fikret YAŞAR


KAYNAK:
-S.M.Toli Aryadan Kurdlere
-E.Xemgin- K.Tarihi
-W.Tori - Med Sonrası Kurdler
-Khusrew- Kurd Devletleri
-Nikitin- Kurdler

KURDİSTAN TARİHİ ( İsyanlar)


Kurd İsyanları

İslamiyet Dönemi Kurd İsyanları (Eba Müslim-ê Xoresanî)

“Kurdler bin küsur yıldır din adına Araplara alet olduğu gibi, ilericilik, demokratlık ve solculuk adına da sömürgeci Fars ve Türklere alet olmaktadırlar.”

Sasani orduları Araplara yenildikten sonra Kurdıstan’ın büyük bir kısmı Arapların eline geçmişti.

Arap kaynaklarına göre Sasani ordularında savaşan askerlerin çoğu Kurdler’den  oluşuyordu. Bu nedenle Arap istilası sırasında en çok soykırıma uğrayan kavim Kurdler’dir.

İlk dört halife döneminde devrimci bir çıkış sergileyen İslam,  hilafet makamı yüzünden kavgaya girişen güçler tarafından saltanat aracı olarak kullanılınca  sömürgeci  ve emperyal bir yapıya dönüştü.  Hz. Muhammed öngörüsüyle bu  süreci şöyle yorumlamıştır: “ İslam’da gerçek hilafet otuz yıl sürecek, ondan sonrasında saltanat devri başlayacaktır.”

Saltanat devrinde iktidar hırsına kapılan taraflar halifelik için yarışırken zulüm ve katliamlardan geri kalmamışlardı. Özellikle Emeviler sömürücü baskı, zulüm ve katliamlarla İslam’ın yozlaşmasına ve isyanların çıkmasına sebep olmuştu.

Bu dönemde ilk büyük isyan Horasan yöresinde yaşayan Kurdler tarafından başlatılmıştır.

İsyana önderlik yapan Eba Müslim Xoresan-i Şii mezhebine mensup bir Kurd aileden gelmesine rağmen kendisi  tüm mezhepleri kucaklayarak isyanı yönetmiş ve zenginlerden alarak fakirlere dağıtan tavrıyla bir halk kahramanına dönüşmüştü. Elde ettiği güç ile Xoresan bölgesini Araplardan temizleyen Eba Müslim, alternatif bir iktidar yaratarak Emevi halifeliğini korkutmuştu. Emeviler  gittikçe büyüyen  isyan hareketini bastırmak için bölgeye ordularını gönderdiyse de yenilgiye uğramaktan kurtulamadılar. Emevi ordularını yenilgiye uğratan Eba Müslim Dicle Nehrinin doğusunda kalan tüm Aryan topraklarını   hakimiyetine aldıktan sonra hilafet makamını Emeviler’den alıp peygamber sülalesine teslim etmek istiyordu. Emevi halifesi II.Mervan bu planı bozmak için peygamber soyundan gelen Muhammed oğlu İbrahim’i idam ettirdiyse de, Eba Müslim ve taraftarlarının peygamberin amcası oğlu Abbas’ın soyundan Ebu Cafer Muhammed El Mensur’un hilafet makamına tayin edilmesine engel olamadı.

Bu gelişmeler üstüne Emevi orduları ile 750 yılında yapılan savaşı kazanan Eba Müslim, Hilafet makamının Abbasilere geçmesini sağlayarak ABBASİLER DÖNEMİNİ başlatmıştır. Hilafette Abbasiler dönemini başlatan Eba Müslim, Emevi zulmüne son verirken kendi hayatına da mal olacak yeni bir saltanata ve zulüm tezgahına  iktidarı terk ettiğinin farkında değildi.

Hz. Muhammed’in dikkat çektiği saltanat devri, Abbasilerle daha da pekişecek ve İslam, idareciler tarafından  saltanat aracı olarak kullanılacaktı.

Hilafet makamını zahmet çekmeden elde eden Abbasiler  saltanatlarını korumak için yüksek vergilerle halka haksızlık ve zulüm yapmaya başlayınca Eba Müslim ile araları açıldı.

Saltanat hırsına kapılan Abbasilere iktidarı vermekle pişmanlık duyan Eba Müslim bir yazısında şöyle der:

”…Peygamber ailesinden bir adama güvendim.
Bu kişi tanrıya varmamda önderim olacaktı.
Oysa o beni yanılgıya uğrattı.
Kur’anı ters çevirip lehine kullandı…”

Abbasi zulmüne karşı muhalefet yapan Eba  Müslim sarayda korku yaratmıştı. Bu korkudan yola çıkan Halife Mensur, Eba Müslim’e tuzak kurarak sarayına davet eder.

C.P.B “Muhtasar Kurdıstan Tarihi” adlı eserinde bu konuda şöyle der: Eba Müslim in azim ve cihadıyla hilafet postu ve saltanat tahtına oturan Halife Mensur, Eba Müslim’e minnet borcunu ve şükrünü, bu kahramanı canice sarayında öldürterek feda etti. Bu büyük kahramanın parça parça doğranan cesedi saray penceresinden Dicle nehrine atıldı… İşte Arap vefakarlığı !...” aynı eserde saray şairi Habeşi Ebu Delame de Eba Müslim hakkında şöyle der:

”Ey mücrim, Allah’ın kullarına verdiği nimet değişmez,
Ta ki o kimse yolunu şaşırmazsa,
Sen Mensur’un hükmüne gadr yapmaktasın,
Kurd babaların da gadr yapmıştı.
Ey mücrim, sen bizi korkuttun,
Ama kükremiş aslan canını aldı.”

Eba Müslim Xoresani’den sonra Kurdıstan halkı Araplara karşı güvensizlik duymuş ve bu durum yeni isyanların çıkmasına zemin oluşturmuştu.

Abbasiler muhtemel bir Kurd isyanı olasılığına rağmen ordudaki askerlerin çoğunluğunun  Eba Müslim’e ait askerlerden oluşması  sebebiyle  Kurdler’e karşı  çaresiz kalmıştı.

Kurdler’in isyan çağrısı ve Kurdıstan’ın zapt edilemeyen doğal yapısı Abbasilerin  uykusunu kaçırıyordu. Abbasiler bu durumdan nasıl kurtulacaklarını düşünürken Emevi zulmüne karşı Eba Müslim’in ordusunda savaşan Revadi aşireti  harekete geçerek 756  yılında isyan bayrağını açtı.

Abbasi halifesi:”Eba Müslim ölmedi, kıyamet günü geri gelecek…” propagandası yaptıysa da isyanı durduramadı. Eba Müslim’in kumandanlarından  Mukanna yönetiminde harekete geçen Kurd aşiretleri kısa sürede Taberistan ve Revadi bölgelerinde hakimiyeti sağladılar.

Dinde kavmiyet olmaz diyen Arap egemenleri Kurd isyanı karşısında Arap aşiretlerini milli birliğe çağırırken, diğer kavimleri de din kardeşliği propagandasıyla  cihada çağırmıştı. Kurdler’in hilafet makamına karşı geldiklerini, Zerdüşti olduklarını, mal ve canlarının Müslümanlara helal olduğu yönündeki cihad çağrısı kısa sürede İslam’i bir güç oluşturmaya yetmişti.

Kurdler kendi vatanlarında özgür yaşamayı umut ederken din kardeşliği ve cihad çağrısıyla harekete geçen sömürgeci Arap zulmü bu umudu yeşermeden öldürmüştü.

Kurd isyanı bastırılmış, Kurd dili ve kültürü yasaklanmış ve esir alınanlar köle olarak satılmıştı, fakat Kurdler’in yüreğindeki özgürlük umudu söndürülememişti.

Bu isyan sonrasında Abbasilerin Kurdıstan’da sürdürdükleri soykırım, zulüm ve haksızlıklar  bir başka isyanın sebebi olacaktı. (Babeki İsyanı)

Abbasiler ya da ondan sonra gelen tüm halifeler hilafet maskesiyle saltanat sürerken zulüm ve haksızlığa karşı gelen kesimleri inanç farkı gözetmeden katletmişlerdi.

Bundan da anlaşılıyor ki egemenlerin niyeti hilafet değil, sadece saltanattır.

Demek ki, din ve sol adına siyaset yapanlar da sadece efendilerinin saltanatını koruyorlar. (Devam edecek)

Kaynak:

-E.Xemgin

12 Nisan 2012 Perşembe

KURDİSTAN TARİHİ (Babeki İsyanı)


Kürdistan Tarihi -

Babek (Horremi) İsyanı

Eba Müslim Xoresani’nin barbarca katledilmesinden sonra başlayan Kurd isyanı kanlı bir şekilde bastırılmış ve Kurdistan’a ait tüm değerler tahrip edilerek yasaklanmıştı.

Aynı dönemde orta Asya’da yaşayan Türkmenler de yapımı devam eden Çin duvarından etkilenmiş ve batıya yönelmişlerdi. (Ergenekon Destanı!)

M.Ö. 400’lü yıllarda yapımına başlanan Çin Duvarının büyük bir kısmının tamamlanmasıyla beraber geçimini talancılıkla yürüten Türkmenler paralı askerlik ve iş bulma umuduyla ön Asya’ya doğru bir göç dalgası başlatmıştı.

Göç dalgası Kurdler ve Bizanslılarla sorun yaşayan Abbasilerin işine yaramış ve ordularını paralı askerlerle (kölemenler) güçlendirmişlerdi.

Bu arada Hazar Gölünün güneyindeki Elburz dağlarının geçit vermeyen derin vadilerinde yaşayan Kurdler de unutamadıkları Eba Müslim’in acısı etrafında toplanarak Arap zulmüne karşı çareler arıyorlardı. İslam’ı Arap istilası gibi gören Revadi, Gor, İsfad ve Mazyar Beylikleri eski dinlerinden, örf ve adetlerinden vazgeçmedikleri gibi, İslam dinini de ret etmemişlerdi. Arap karşıtlığına rağmen -bu dönemde- İslam dini ile eski dinlerini (Mazdeizm) sentezleyen bölge halkı “Horrem / Xorram” adlı yeni bir inanç etrafında birlik sağlamaya çalışmaktaydı.

“Horrem”  bölgede yemekleri ve içkileriyle meşhur olan “Xorram” kasabasından adını almıştı. Ehli keyif olan kasaba halkı tapınma törenlerinde bolca içki ve yemek tükettikleri gibi ortaya atılan yeni inanç etrafında kadınlı-erkekli toplu halde törenlere katılıyor ve hoş olan her şeyi mubah sayıyorlardı. Bu nedenle kasaba halkına ehli keyifler anlamında Horremi denmiştir.

Bugün bile Kurdçede “xowarın- xarın” yiyecek-içecek anlamında kullanılmaktadır!

Arap tarihçi İbni Mesudiye göre Horremi inancı; Abbasileri iktidara taşıyan Eba Müslim Xoresani’ye aşırı derecede bağlı olan kimselerden oluşuyordu.

Şehristani’ye göre de Horremiler Eba Müslim partizanlarının devamıdır.

Horremiler’in bir kısmı Eba Müslim’in ölmediğini ve onun dünyaya tekrar gelerek adaleti sağlayacağına inanırken, bir kısmı da onun öldüğünü ancak imametin kızı Fatma’ya geçtiğine inanıyorlardı. Bu ayrışma  “Müslimiye” ve “Fatımiye” diye iki mezhebin ortaya çıkmasına sebep oldu. Horremiler iki mezhebe ayrılmalarına rağmen içlerindeki intikam ateşi BABEK komutasında birleşmelerini sağlamıştı.

Kurdler’i inkâr eden tarihçiler Babek’i kimliği belirsiz yağmacı biri gibi gösterse de Arap tarihçi Dinyeveriye göre “Babek”; Horremi inancının bir kolu olan Fatımilerin kurucusu Eba Müslim’in kızı Fatma’nın oğlu Mutahhar’dır. Babek* sözcüğünün gerek fonetik ve gerekse anlam bakımından Kurdçe olması Dinyeveriyi doğrulamaktadır.

Horremiler’in başına geçen Babek, hazırladığı orduyla Abbasilere karşı 23 yıl süren bir isyan yönetmiştir.

Babek isyan hazırlıklarını sürdürürken Abbasi halifesi Emin ile kardeşi Me’mun da taht kavgasına girmişlerdi.

Me’mun ve kardeşi Emin, Halife Harun Reşidin oğullarıydı. Me’mun’un annesi Kürt, Eminin annesi ise Arap’tı. Harun Reşit Arap karısından doğan ve yaşça daha küçük olan oğlu Emin’i veliaht seçtiği zaman Me’mun itiraz etmemişti, ancak babasının ölümünden sonra kendisine haksızlık yapıldığını ileri sürerek gerçek veliahttın kendisi olduğunu ilan etti. Bu ihtilafta şark bölgesinin emiri Me’mun’u Kurd ve Fars’lar desteklerken, Mağrip emiri Emini de Arap aşiretleri destekliyordu. Savaş kaçınılmaz olmuştu. Savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Me’mun Kurd, Fars ve Türkmenlerden oluşturduğu ordusuyla Bağdat’ı işgal ederek kardeşini tahttan indirdi.

Me’mun taht kavgası verirken Babek de başlattığı isyanla Abbasi şehirlerini tek tek ele geçiriyordu. (816)

Bazı tarihçiler Babek isyanının uzun sürmesini halife Me’mun’un Kurdler’le olan akrabalığına bağlamış ve bu yüzden de Babek isyanının ancak Me’mun öldükten sonra bastırıldığını ileri sürmüşlerdir. Hatta halife Me’mun’un geleneksel siyah renkteki Abbasi bayrağının yerine İranilerin yeşil renkli bayrağını kullanmasını da aynı sebebe dayandırmışlardır.

Bu dönemde mevcut kargaşadan faydalanmak isteyen Bizanslılar da Abbasi topraklarına saldırılar düzenlemekteydi. Halife Me’mun aynı anda iki cephede savaşmak zorunda kalınca Babek isyanını bir başka sefere bırakarak Bizans ordusunun üstüne yürüdü. Bizans ordusunu karşıladığı Tarsus’ta yediği bir hurmadan zehirlenerek ölünce (833)  üvey kardeşi Mu’tasım tahta geçti. Mu’tasım, Harun Reşidin Türkmen cariyeden olan küçük oğluydu !..

Mu’tasım tahta geçerken Babek isyanı da giderek büyüyor ve Bağdat’a yaklaşıyordu. Kurdistan’ın dağlık yapısının yanı sıra Bizans ve diğer halkların Babek’e destek veriyor olması Mu’tasım’ı endişelendirmişti..

Büyüyen isyanı bastırmak için öncelikle Babek’in beslendiği güç kaynaklarını tespit etmek gerektiğini düşünen Mu’tasım, bunun için casusluk faaliyetlerine başvurdu. Babek’in ordusunda paralı askerlik yapan Türkmen askerler olduğunu öğrendiğinde sevinmişti. Zira Babek’i içerden vurmak için bu önemli bir kozdu ve Türkmen akrabalarından yararlanabileceğini biliyordu. Bu gelişme üstüne ordusunun Mısır cephesinde paralı askerlik yapan komutanlardan Türkmen Afşin’i Bağdat’a çağırarak Kurd isyanını bastırmakla görevlendirdi.

Afşin, halifenin başlattığı casusluk faaliyetlerinden faydalanarak Babek’i takibe aldı ve komutasında yirmi bin askeriyle görev yapan Türkmen komutanlardan Noktay ile Beşir el Türki’yi bir takım vaatlerle ikna ederek desteklerini aldı. Öte yandan Ermeni prenslerine de elçiler göndererek isyanın bastırılması için kendisine destek sağlayanlara verilecek imtiyazlar konusunda güvence verdi.

Yürüttüğü casusluk şebekesiyle isyanın beslendiği Kurdistan’ı kontrol altına alan Afşin, ordusunu alarak Erdebil’e geçti ve karargahını kurarak saldırı planlarını hazırlamaya başladı.. Afşin’in bölgede karargah kurduğunu öğrenen Babek Erdebil’e doğru karşı saldırıya geçti. Etrafındaki ihanet çemberinden habersiz olan Babek saldırı planlarının Afşin’e iletildiğini bilmediği için peş peşe yenilgiler aldı. Yenilgiler karşısında Bizans imparatoru Theophilos ve Ermeni prenslere mektuplar yazarak ortak düşmanları Abbasilere karşı güç birliği isteyen Babek, umduğu desteği bulamayınca Bezz şehrindeki kalesine çekilmek zorunda kaldı. (837)

Bozguna uğrayıp Bezz kalesine çekilen Babek’e son darbeyi vurmak isteyen Afşin, tüm güçlerini birleştirerek kaleyi kuşatmaya aldı. İhanet çemberinden sağ kurtulamayacağını anlayan Babek, zaman kazanmak için Afşin’e bir mektup göndererek halifenin imzalayacağı bir ‘eman-name*’ verilmesi halinde teslim olacağını söyledi.

Babek cevap beklerken Türkmen komutanı Beşir el Türki kale kapılarını açarak Abbasi ordusunun şehre girmesini sağladı. Açılan kale kapılarından içeri giren Abbasi ordusu şehri ateşe vererek Horremiler’i kılıçtan geçirdi. Babek meydana gelen kargaşadan canını kurtarmıştı, ancak yirmi yıldan fazla devam eden isyanla yeşeren özgürlük umutları bir anda yok olmuştu.

Saldırıdan kaçan Babek’in peşine beş yüz kişilik askeri birlik gönderen Afşin, bölgedeki prenslere de mektuplar göndererek Babek’in yakalanmasını ve kendisine teslim edilmesini istedi.

Gücünü ve prestijini kaybettiği gibi dostlarını da kaybettiğinden habersiz olan Babek, dost sandığı Ermeni Prens Sehl Sun-bat’a sığındı. Prens ayağına gelen kısmete sevinmişti. Halifenin gönderdiği mektupta teklif edilen imtiyazları almak ve Abbasilerle iyi geçinmek için Babek’i ve yanındakileri teslim etmenin iyi bir fırsat olduğunu düşündü. Ancak bunu yaparken bölgede adının hayine çıkmasını da istemiyordu. Durumu Afşin’e bildirdi. Bunun üstüne bölgeye gelen Afşin, prensle ortak bir plan hazırladı. Hazırlanan plana göre Babek bir av partisine götürülecek ve av sahasında gizlenen silahlı birlik tarafından tuzağa düşürülecekti.

Plan düşünüldüğü gibi gerçekleşti ve Babek yakalanarak Afşin’e teslim edildi (838)

Bağdat’a getirilen Babek Halifenin de bulunduğu meydanda idam sehpasına çıkarılarak önce elleri ve ayakları kesildi, ardından da başı kesilerek işkence ile öldürüldü.

Babek, öldürülmeden önce halifeye şöyle der: “Benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek’le başlamıştır, ne de Babek’le bitecektir. Siz özgürlüğün ne olduğunu bilemezsiniz, o benim secde gahımdır, öldürmekle yok edemezsiniz…” Eselleri kesildiği zaman yüzünü kanıyla boyayarak çektiği acının yüzüne yansımasını önlemiş ve neden böyle yapıyorsun diyen halifeye de: “kanım akarken korkudan sarardığım sanılmasın” deme cesaretini göstermiştir.

Babek’in ölümünden sonra Horremiler’in bir kısmı suni Müslüman oldu, geriye kalanlar ise İsmailliye mezhebine karışarak bir başka isyana hazırlanmak için sahneden çekildiler. (846 Qarin-i isyanı)

Bazı tarihçiler Babek’i devrimci bir kalkışmanın öncüsü, bazıları da Arap istilasına kaşı ayaklanan siyasi bir önder olarak incelemişlerdir.

Babek’in fikirleri ölümünden 200 yıl sonra bir kitapta toplanarak yayınlanmış ve devrimci mücadelelerde ezilen halklara ilham kaynağı olmuştur.  Ne yazık ki üstün dehası ve mücadele azmi ihanetler karşısında yenilgiye uğramıştır.

Tarih tekerrürden ibarettir derler

Bu tespit doğru olsa gerek, çünkü her Kurd isyanı bu şekilde acı sonla bitmiştir !..

Neden mi?

İHANET !

(devam edecek)

Kaynak:
-E.Xemgin-Kurdistan Tarihi
- http://www.aleviweb.com/forum/showthread.php?t=5474
- http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c9s15/makale/c9s15m5.pdf
- http://www.tarihportali.net/tarih/hurremiye_inanci_ve_babek_isyani-t7200.0.html

Açıklamalar:
*Eman-name: Kurd orijinli olum affedilmek anlamında kullanılır. Türkçe’ye de ‘aman dilemek’ olarak geçmiştir.
*Babek: Kök olarak Kurdçe “bab” sözcüğünden türemiştir. “…ek, ık” gibi ekler ismin sonuna eklenince söz konusu isme sevgi ve güven  değeri katar. Babık veya Babek de halkın sevgisini kazandığı için asıl isminin yerine “sevilen-güvenilen baba” anlamında “BABEK”  ismiyle anılmıştır.

KURDİSTAN TARİHİ (Qarini İsyanı)


Kurdistan Tarihi
Qarini İsyanı ve sonrası

Babek isyanı bastırıldıktan sonra mağlubiyet ve intikam duygusu taşıyan Kurdler  Kurdistan’ın her tarafında Araplara karşı yeni başkaldırılar örgütlemeye çalışmışlardı.

Bu süreçte, Arap  istilasının gerçek sebebinin İslam dinine hizmetten çok saltanat ve iktidar olduğu ve bu yüzden de Eba Müslim ve sülalesinin katledildiği  her tarafta konuşulmaktaydı. Sürdürülen Arap karşıtı propaganda  sadece Kurdler’i değil, Farsları bile isyan zeminine çekmeyi başarmıştı.  Çünkü her isyan sonrasında Arap sömürgeciliğine karşı direnen Farslar da katliam ve soygunlardan yıkıma uğramış ve intikam duygusuyla Kurd isyanlarından medet umar hale gelmişlerdi.

Arap karşıtı olan halkların istila karşısında iki seçeneği kalmıştı, ya özgürlük ya da ölüm !…

Babek sonrasında yaşanan umutsuzluk yeni bir umuda dönüşmek üzereydi …

Zulüm altında ölmekten başka seçeneği olmayan insanların kabaran öfkesini  umuda dönüştürecek bir Eba Müslim veya Babek gibi lider yoktu, ama bu öfkeyi isyana dönüştürecek özgürlük ruhu yavaş yavaş ortaya çıkmaktaydı.

Taberistan’ın güçlü aşiretlerinden Kurd Qarini ailesi Arap zulmüne karşı kabaran isyan isteğine uyarak kendi bölgesine yerleşen Araplara karşı harekete geçmişti(830).

Qarini ailesi  özellikle  İslam dışı kesimlerden büyük bir destek almıştı. Bu destek ile dağlık bölgelerdeki Arap askeri birlikleri etkisiz hale getirilerek hakimiyet sağlandı. Bu başarı Kurdistan’daki diğer halkları da Qarini ailesine yaklaştırarak isyanın büyümesini sağlamış ve Fars ve Ermenilerin de  katılımıyla Arap karşıtı cephe  giderek güçlenmişti. Ancak Qarini ailesinin ortaya çıkan çok uluslu gücü yönetememesi, emir komuta zincirinde kopmalara sebep olmuştu.

Qarini ailesinden Beko*, çıkan anlaşmazlık üstüne haksızlığa uğradığını ileri sürerek birlikten ayrıldı, makam ve mevkide gözü olan Beko birlikten ayrıldıktan hemen sonra Abbasi halifesine sığındı. Pişmanlığını ve fırsat verilirse eğer, hizmete hazır olduğunu  dile getiren Beko, Halife Mutasım  tarafından süvari birliğine general rütbesiyle görevlendirilmişti.

Beko kendi halkının özgürlük mücadelesine ve ailesine ihanet etmiş ve karşı tarafa geçerek halkına karşı yürütülen saldırılarda  piyon olmuştu.

Tarih, menfaat uğruna kendi halkına ihanet edenleri lanetlemektedir.

Günümüzdeki Kurdistan Özgürlük Mücadelesine  karşı Türk, Fars ve Arap saflarında yer alan cehşlerin de çıkar sağlama hırsıyla bu ihanet çarkında rol aldıkları  söylenebilir.

Beko süvari birliklerinin başına geçtikten sonra  isyancı  güçleri bölmek için casuslarını kullandı. Beko’nun karşı tarafa geçmesi isyancı güçlerin moralini bozmuş ve Ermeniler bu yüzden birlikten desteğini çekmişlerdi. Öte taraftan Beko, casusları aracılığıyla isyancıların zayıf olduğu alanlara saldırılar düzenleyerek Abbasi halifesine yaranmaya çaba sarf ediyordu. Kurdler kendilerinden birinin  ihaneti sonucunda dağılmak üzere olan birliği koruyabilmek için, çareler ararken Horasanda görevli Abbasi komutanı Abdullah, halifenin talimatıyla iyi polis rolüne bürünerek Beko’nun tahribatını onarmaya çalıştı.

F. Gülen ve AKP misali !..

Zulmün devam etmesi dine olan güveni sarsacaktı !..

Araplar İslam dininin güzelliklerini  vaaz ederken pratikte de işgal ve saltanatlarını devam ettirmek için yaptıkları zulüm ile Arap dışı tüm değerleri tahrip etmeye çalışmaktaydılar. Bu da henüz Müslüman olan diğer halkların dine güvenini sarsmaya yeterdi. Bunun üstüne  durum değerlendirmesi yapan halife devam eden isyanın bastırılması için politik manevraların yürütülmesi emrini verdi. Beko aracılığıyla gayri Müslim ve Arap dışı halklara zarar verdiremeye devam eden Abbasi zihniyeti,  Horasandaki Arap komutanı aracılığıyla da halkın gönlünü almaya çalışıyordu. İstilacı anlayış emellerine ulaşmak için yine bir Kurd hainini görevlendirmiş ve Kurdi Kurde kırdırmaya çalışmıştı. O gün bugündür Kurdistan’ı işgal eden göçmen istilacılar aynı oyunu oynayarak iktidarlarını devam ettirmektedirler.

İsyan bayrağını açan Qarini ailesi Beko’nun ihanetiyle isyan birliklerinin yönetimini Mazyar Beyliğine bırakmak zorunda kalmıştı. Mazyar Beyliğinin yönetimi devralması isyancı güçlere umut vermiş ve tekrar bir araya toplanmalarını sağlamıştı.

Abbasiler politik oyunlarla isyanı bastırmaya çalışırken, Kurd isyanı da bazı bölgelerde alevlenerek  başarılı oluyor ve göçmen Araplar işgal edilen topraklardan kısa süreliğine de olsa sürülüyordu.

Güç kazanan ve yeniden toparlanarak Arap saldırılarını püskürten isyancılara iyi ve kötü polis oyunuyla baş edemeyeceğini anlayan Abbasi halifesi çareyi general Afşin’de buldu.

General Afşin Abbasilere karşı ortaya çıkan Mısır ve Kurdistan (Babek) isyanlarını bastırmış önemli bir Türkmen komutandı. Abbasiler için tehlike haline gelen isyanı daha önceki tecrübelerine dayanarak bastırması isteniyordu. Afşin isyanı yöneten Mazyar Beyinin öldürülmesi halinde isyanın son bulacağını halifeye bildirerek, planını uygulamak için harekete geçti. Daha önceki isyanlarda da bütün hamlelerini karşı gücün liderleri üstüne yapan general Afşin,  isyan liderini ortadan kaldıracak suikast timini Kurdistan’a gönderdi.

Aynı mantıkla PKK lideri ÖCALAN çok uluslu güç tarafından TC’ye teslim edilmişti !..

İsyanın akıbeti Afşin’in düşündüğü gibi gelişmişti. Gönderdiği suikastçılar Mazyar Beyini öldürünce isyan güçleri dağıldı ve kalan kesim de Afşin tarafından cezalandırıldı.

Afşin’in  durdurulamayan yükselişi şark ordusu komutanı Abdullah’ı endişelendirmiş ve  prestijini sarsmıştı. Abdullah, general Afşin’in gayri Müslim ve Budist olduğunu bu nedenle isyancıları katlederek dine zarar verdiğini, hatta elde ettiği nüfuzun zamanla Abbasilere de tehlike arz edeceğini halifeye bildirerek tedbir almasını istedi.

Afşin’le ilgili ileri sürülen suçlamaları ve endişeyi Abdullah ile paylaşan halife, generalden kurtulmanın doğru olabileceğini düşünerek onu öldürttü(841). Oysa halife, Abbasi saltanatını onca isyandan kurtaran ve önemli galibiyetlere damga vuran generali astırarak elindeki en önemli kozu kaybetmişti. General Afşin’in halife tarafından öldürülmesi Abbasi ordusundaki paralı Türkmen askerleri rahatsız etmiş ve ordudan kopmalara sebep olmuştu.

*Abbasi ordusundan kopan Türkmenlerin büyük bir kısmı karşı saflara geçerek  Kurdistanda oluşan devletlerde önemli görevler ve sonrasında iktidar ortaklığını bu süreçten sonra elde ediyorlar!...

Abbasilerin güç kaybetmesi isyancıları umutlandırmıştı.

Kurdler bu sefer de İsfahan Bölgesinde  isyana giriştiler(846).

Bu isyan da  özel ordular aracılığıyla güçlükle bastırılabildi.

İsfahan isyanından sonra 875 yılında Hezbaniye aşireti öncülüğünde tekrar harekete geçen Kurdler üç yıl süren ve Kurdistan’ın büyük bir bölümünü kısa süreliğine özgürleştiren bir isyana damga vurdular(878). İsyan lideri Mıhemed Hızar Merd’in ölümü isyanın kesintiye uğramasına sebep olduysa da yerine geçen oğlu Hilal tekrar isyancı güçleri bir araya toplayarak mücadeleye devam etti.  Aşiret birlikleri tarafından yürütülen isyan Musul’a kadar  hakimiyet sağlayarak bölgedeki Arapları güneye sürmeyi başarmıştı Yaklaşan tehlikeyi gören Musul valisi Ebul Heccac, Kurdler’in çabuk kandırılabileceğini, bu sebeple Bağdat’tan gelecek yeni bir destek kuvvetin gönderilmesi halinde ateşkes ve anlaşma vadiyle oyalayabileceğini, aksi taktirde teslim olmaktan başka çarelerinin olmadığını Bağdat’a bildirdi. Vali Bağdat’a haber gönderirken planını da uygulamaya koymuştu. İsyancılara ateşkes ve anlaşma teklifini bildirerek görüşmeler için izin istedi. Kurdler kendilerine önerilen ateşkes ve anlaşma önerisini değerlendirirken Bağdat’tan beklenen yardım Musul’a ulaşmıştı. Musul’daki birliklerle birleşen takviye Arap kuvvetleri ani bir baskınla görüşmelere hazırlanan isyancı birliklere saldırdılar. Sayıca üstün olan Arap ordusu isyancıları bozguna uğratarak dağlara çekilmelerine sebep oldu. Qandil dağına sığınan isyancılar burada toparlanıp karşı saldırı planları yaparken,  Arap ordusu ikinci bir saldırı  düzenleyerek isyancı kuvvetleri yenilgiye uğrattı. Esir alınan Hezbaniye aşireti lideri  Hilal’é Kuré Mıhemed Musul’a  götürülerek idam edildi (906).

Bu isyan da kanlı bastırılmıştı, ancak ne ilk, ne de sondu.

Sömürgeci Arap saltanatına karşı çıkan ve her fırsatta isyan çıkaran Kurdler’in, bu süreçten sonra Fars ve Türkmenleri  de saflarına çekerek değişik isimler altında bağımsız Kurd devletleri ve beylikleri kurduklarını ileriki bölümlerde göreceğiz…

(Devam edecek...)

Kaynak:
-E.Xemgin, K.Tarihi
-W.Tori, Med İmp. Sonrası Kurdler
-Khusrew  Kurd Devletleri
Açıklama: Beko, Kurd kültüründe arayı bozan hayin ve işbirlikçilere  verilen isimdir.

KURDİSTAN TARİHİ - (Kürt Devletleri) Hemdaniler


Kurd Devletleri

Kurd Hemdani Devleti

Kurdler’in büyük bir bölümü Müslüman olmalarına rağmen dindaşları olan Abbasilerle iktidarları boyunca sürekli savaşmışlardır.

Abbasiler döneminde Kurdistan’ın bir kısmı Arap, bir kısmı da Bizans işgalindeydi. Bizanslılar Kurdler’in yaşam tarzı ve inançlarına karışmadığı için Bizanslılarla süregelen Kurd isyanları hiç yaşanmamıştır. Ancak Arap egemenliğinde kalan Kurdistanda Araplaştırma ve sömürge faaliyetleri zulümle yürütüldüğünden isyanlar birbirini takip etmiştir. Bu yüzden Kurdistan istilacıları arasında Kürtlere en çok zulmedenlerin Araplar olduğu söylenebilir.

Kurdistan’ın kuzey batı bölgesi, yani şimdiki Suriye’nin kuzeyi ile Anadolu’nun güney kısımları (Helep, Entakya, Edene, Mereş, Meleti, Amed, Entap, Rıha, Cezire) Abbasi orduları ile Bizans orduları arasında tampon bölge olarak kullanılıyordu. Bu nedenle iki taraf arasında meydana gelen savaşlarda en çok zarar gören kesim yine Kurdler’di.

Tarihi belgeler bu bölgede sıkışan Kurdler’in 839 yılında Cafer Kurê Mir Hesen öncülüğünde Abbasilere karşı harekete geçtiğini göstermektedir. Ne ilginçtir ki Kurdler, gayri Müslim Bizans’a karşı baş kaldıracağına, dindaşları olan Araplara karşı baş kaldırmışlardır!.. Abbasilerin İslam’la uyuşmayan zulüm politikalarına uzun bir süre Kurdler, daha sonra da yöreye yerleşen Türkmenler karşı çıkarak Arap egemenliğine son vermişlerdir. Süregelen isyanlarla hırpalanan Abbasiler bazı savaşları kaybederek bölgedeki ağırlığını zaafa uğratmıştır. Bu savaşlardan biri de tampon bölgede organize olan Cafer Kuré Mir Hesen ile giriştikleri ‘Bakis meydan muharebesi’dir. Bu savaşta halifenin ordusu yenilerek geri çekilmek zorunda kalmıştır, ancak halife birlik ve düzenden yoksun olan isyancıları yine din kardeşliği ve buna benzer politik yalanlarla bölmeyi başararak ikinci muharebeyi kazanır. Bu yenilgi sonrası belli bir süre sessiz kalan Kurdler Hakkâri bölgesinde seslerini yeni bir isyanla duyururlar. Hakkâri yöresinde başlatılan isyan kısa sürede Malatya ve Musul’u içine alarak bölgeye yayılmıştı(890). Ancak bu isyanın da düzenli ordu karşısında tutunamadığı ve bu nedenle isyana katılan ve destek veren beş yüz bin Kurd’ün kılıçtan geçirildiği yine tarihçiler tarafından bildirilmektedir.

Tarihçi Kamil’ e göre, Abbasilerin baskısı ile Hemdani aşiretinden beş bin kişi

Hakkâri’ye göç etmek zorunda bırakılmıştır.

Her isyan bir soykırımdı Kurdler için, ancak Abbasi halifeliği de her isyanla bir nebze kan kaybediyor ve otoritesi zayıflıyordu. Yönetimde oluşan zafiyet  grupların iktidarı yönlendirme girişimlerine sahne oluyordu. Zayıflayan halifelik kurumu siyasi grupların elinde sembolik bir makam haline gelmişti. Kurd Buveyhiler, Fatımiler ve Kurd Hemdaniler de bu siyasi grupların içinde en güçlüleriydi.

Kurd Hemdaniler halifelik kurumunun zafiyetinden yararlanıp kendi bölgesinde egemenlik kurmak için, bu sürecin bir fırsat olduğunu düşünerek Abbasi karşıtı diğer aşiretleri kendi cephesinde toplamaya çalıştı. Kısa sürede yeni silahlarla güçlendirilmiş bir ordu yaratılmıştı. Diğer taraftan Buveyhi ve Fatımiler de kendi egemenliklerini kurmak için aynı plan doğrultusunda çaba sarf ediyorlardı. Buveyhi ve Fatımilerden önce harekete geçen Hemdaniler Hesen Kuré Abdullah’ın önderliğinde isyan bayrağını dalgalandırarak 892 yılında kendi bölgelerinde egemenliklerini ilan ettiler.

Ayakta kalma mücadelesi veren halife topraklarının bir kısmının elden gittiğini görünce ordusunu isyancıların üstüne sürdü, ancak Kurdler eski Kurd değillerdi. Abbasi zulmünden aldıkları ders onları disiplinli ve düzenli bir güç haline getirmişti. Kurdukları yeni ordu ve elde ettikleri silahlarla Abbasi ordusunun tüm saldırılarını püskürterek zafer üstüne zafer kazandılar. Abbasi ordusu ilk defa Kurdler’e karşı peş peşe yenilgiler almış ve zayıflamıştı. Diğer taraftan Buveyhi ve Fatımiler’in de tehdit olmaya başladığını gören halife Hemdanilerle savaşı sürdürmenin kendisine yaramayacağını görerek anlaşmak zorunda kaldı. Yapılan anlaşma ile yeni kurulan “Hamdani Kurd Devleti”  929 yılında halife tarafından tanınarak kabul edildi.

Kurdler İslamiyet döneminde ilk defa kesin bir zafer kazanmışlardı.

Hemdaniler kısa sürede Musul ve Halep çevrelerini de topraklarına katarak daha da güçlendiler. Güç kazanan Hemdaniler Bizans’ın elinde bulunan Yukarı Mezopotamya'nın büyük bir kısmını da ele geçirmeyi başarmıştı.  Musul’u başkent yapan Hemdani hükümdarı Abdullah Kuré Hesen, kazandığı şan ve şöhretle halifeden “Nasırüddevle” unvanını da alınca bölgede sayılı güç haline geldi.

Bu süreçten sonra iyice zayıflayan halifelik kurumu Kurd Buveyhi ve Fatımilerin harekete geçmesini engelleyemedi. Kurd Buveyhi ve Fatımilerin saldırılarına karşı duramayacağını gören halife Hemdani devletinden yardım istemek zorunda kaldı.  Hemdaniler bir süre halifeye yardım ettiler, ancak Kurd’un Kurd’u kırdığı bir savaşın Araplara yarayacağını düşünen Abdullah Kuré Hesen halifeden desteğini çekerek halifeyi yalnız bıraktı.. Hemdaniler’in halifeden destek çekmesi ile beraber Bağdat Kurd Buveyhiler’in eline geçmişti. Bağdat’tan sonra Musul’u da almak isteyen Buveyhiler Hemdanilerin üstüne yürüyünce Hemdaniler tekrar savaş meydanına döndüler. Yapılan savaşta bozguna uğrayan Buveyhiler Hemdanilerle anlaşmak zorunda kaldılar. Bunun üstüne Buveyhiler sebep oldukları zarar ziyanı karşılayarak geri çekilmek zorunda bırakıldılar (943).

Bundan bir yıl sonra da Hemdani Devleti ikiye ayrıldı.

Süriye bölgesi Hemdaniler’i Halep şehrini başkent yaparak Musul Bölgesi Hemdaniler’inden 944 yılında ayrıldılar. Hemdaniler’in ikiye ayrılması ardından Bizans İmparatorluğu Ermenilerle ortak bir orduyla Yukarı Mezopotamya üzerine yürüdü. Süriye Hemdani Devletinin başında bulunan Seyf El Devle, Bizans Kralı Ramos’u Reha’da (Urfa) bozguna uğratarak Yukarı Mezopotamya’nın büyük bir bölümünü ele geçirdi.

Gerek Bizansın saldırısı ve gerekse Hemdaniler’in Halep ve Musul merkezli ikiye ayrılması Kurd Buveyhiler’i harekete geçirdi. Musul’un üstüne ikinci kez yürüyen Kurd Buveyhiler kenti ele geçirerek Musul Hemdaniler’inin egemenliğine son verdi. Musul Hemdaniler’inin yıkılmasından sonra Süriye Hemdaniler’inin elinde bulunan Yukarı Mezopotamya’da da karışıklıklar baş gösterdi. Harput dolaylarında bulunan Kurd aşiretlerinin harekete geçmesiyle beraber kuzeydeki toprakların büyük bir kısmını kaybedildi.

Harput aşiretinden olan Bad Kuré Dostıki, bölgedeki isyanın başını çekmeye başlamıştı. Amed ve çevre şehirlere saldırılar düzenleyen Bad, giderek güçlendi ve Meyaferqin’i (Silvan) ele geçirerek Yukarı Mezopotamya’nın bir kısmını Süriye-Halep Hemdaniler’inden kopardı.

Bad’ın Meyaferqin’i almasıyla beraber Kurd Tarihine “Mervaniler” adıyla yeni bir devlet girmiş oluyordu.

Bir süre Mervaniler’le savaşan Süriye Hemdaniler’i Selçukluların bölgede hâkimiyet sağlamalarına kadar varlığını devam ettirdi.

Bu devlet döneminde El Mutenabbi, El Farabbi ve Ebu Farize gibi önemli şair ve bilim adamları yetişmiştir… (devam edecek)

KAYNAK:
*Kurdistan Tarihi- E.Xemgin
*Kurd Devletleri – Khusrew
*Med İmp.Sonra Kürtler-W. Tori

KURDİSTAN TARİHİ - Mervaniler


Kurd Devletleri

MERVANİLER

Xarbuti (Harput) Kürt aşiretinden Dostık ailesine mensup Şa-Baz, ya da Bad bin Dostık tarafından 985 yılında temeli atılan Mervani Kurd Devleti yaklaşık yüz yıl Diyarbakır bölgesinde hüküm sürmüştür.

Eski çağlardan beri Amed olarak bilinen Diyarbakır, önemli yolların kesiştiği stratejik bir nokta olarak tarihte yer almıştır.

Arap Abbasilerin zayıflamasıyla Hemdaniler’in eline geçen Diyarbakır bölgesi, Hemdaniler’in zayıflamasıyla da DOSTKİLERİN - MERVANİLERİN eline geçmiştir.

Hemdaniler’in ikiye ayrılması sonrasında Buveyhiler’in ve Bizansın yöreye yaptıkları saldırılar bölgedeki otoriteyi zayıflatmıştı. Xarbuti Kurd aşiretinden Dostık’ın oğlu Şa-Baz, diğer adıyla Bad bın Dostık, otorite boşluğundan yararlanmış ve kısa sürede askeri bir güç oluşturmuştu. Adamları ile Hizan ve Maden arasındaki bölgede zenginden alıp fakire dağıtan mücadelesiyle halkın gönlüde taht kurmuş ve nam salmıştı. Asıl adı Abdullah olmasına rağmen “şahinlerin şahı” anlamında “Şa-Baz” lakabıyla anılan Kurd cengaver, genç yaşında hükümdar olmayı kafasına koyarak Harput ile Erciş arasındaki toprakları ele geçirip Diyarbakır’a yönelmişti. Bu yüzden de birkaç kez Diyarbakır’a saldırıda bulunmuş, ancak teslim almayı başaramamıştı.

Diyarbakır’dan önce Meyaferqin’i (Silvan) alması gerektiğini anlayan Şa-Baz, Meyaferqin şehir halkına mektuplar yazarak şehri teslim etmeleri halinde iyiliklerinin dokunacağına dair söz verdi. Şa-Baz, şehir halkını kendi tarafına çekmeye çalışırken Meyaferqin emirinin ölüm haberi çevreye yayıldı. Emirin ölmesi Baz’ın işini kolaylaştırmıştı.

Dilden dile dolaşan kahramanlıkları ve mertliği sayesinde Meyaferqin halkı zorluk çıkarmadan şehri Baz’a teslim etti.(985)

Baz, Meyaferqin’i teslim aldıktan sonra komuta merkezi haline getirdi. Bizans sınırını sağlama aldıktan sonra Diyarbakır ve Cizire bölgelerini de ele geçirerek tüm bölgeyi egemenliğine aldı.

Güneyde bulunan (Şii) Kurd Buveyhiler Baz’ın başarısından kaygılanmıştı. Gelişen tehlikeyi bertaraf etmek isteyen Buveyhiler ordularını harekete geçirdi. Buveyhi ordusunun komutanı Baz’ın eski bir dostuydu. Bu nedenle Baz’a bir mektup göndererek Buveyhiler’in emirlerine boyun eğmesini, şartları kabul etmesi halinde ülkesinin beylik olarak kendisine verileceğini bildirdi.

Baz kendisine yapılan teklifi şiddetle ret etti.

Savaş kaçınılmaz olmuştu.

Baz’ı hafife alan Buveyhi ordusu beklenmedik bir yenilgi aldı ve orduya ait tüm mallar karşı tarafın eline geçti. Elde edilen esir ve ganimetlerle Baz’ın ordusu daha da büyümüş ve güçlenmişti.

Bu savaştan bir süre sonra ikinci bir ordu ile harekete geçen Buveyhiler tekrar yenilgiye uğrayınca anlaşma yapmak zorunda kaldılar.

Antlaşma yapıldıktan bir süre sonra Musul ve civarında gözü olan Hemdaniler, Buveyhiler’in zayıflığından yararlanarak harekete geçtiler. Musul merkezli Hemdani devletinin yıkılmasından sonra Hakkari bölgesine göç eden Hemdaniler Musul’u tekrar alabilmek için saldırıya geçmişlerdi. Baz bu durumu duyunca ordusuyla Musul’a geldi ve saldırganların çoğunu kılıçtan geçirerek Musul’u kurtardı. Bu olaydan sonra Cizire bölgesi tamamen Baz’ın hakimiyetine geçti. Ancak bu durumdan hoşlanmayan halife Tayi’e Baz’ın üstüne bir ordu göndererek Dostkiler’i bölgeden çıkarmak istedi. Tur Abidin’de karşı karşıya gelen iki ordu şiddetli bir savaşa giriştiler. Savaşın başında halifenin ordusunu zorlayan Dostkiler, Baz’ın attan düşerek öldürülmesiyle berbaer kontrolü kaybetti. Baz’ın ölümü yenilgiyi getirdiği gibi ordunun da dağılmasına sebep olmuştu. Savaşta dağılan Dostkiler’in büyük bir kısmı Hakkari bölgesindeki Gever-Gelyé Şin mıntıkasına sığındı, diğer bir kısmı ise Irak topraklarına dağıldı.

Gever ve Musul civarına dağılan “Dostkiler” hala aynı isimle anılan büyük bir aşiret olarak Kurdistanda tanınmaktadırlar.

Urfa yöresinde bulunan “Badılı aşireti”nin de Baz / Bad döneminde yöreye yerleştirilen (Badi) taraftarları olduğu bazı kaynaklarda geçmektedir.

Baz-Bad Kuré Dostık’ın ölümünden sonra yerine geçen yeğeni Eli Hesen Kuré Mervan orduyu toplayarak düzeni sağladı. Yönetimi eline alan Eli Hesen Melezgırt, Exlat ve Erciş’e saldıran Bizanslıları da yenilgiye uğratarak ülkesini istikrara kavuşturdu.

Eli Hesen Kuré Mervan’ın başa gelmesiyle beraber “Dostkiler”, “Mervaniler” olarak anılmaya başlanmıştır.

Eli Hesen, Diyarbakır’da öldürülünce yerine kardeşi Said geçti. Said Serhat bölgesinde egemen olan Kurd Şeddadi Devletinin emiri Menuşer’ın kızını alarak gücünü pekiştirdi. Ancak kendisine karşı çıkan Nasır Kuré Mervan, onu zehirletince taht el değiştirdi.

Elli yıldan fazla hüküm süren Nasr Kuré Mervan, hakimiyetini kuvvetlendirip, ülkenin refahını yükselti. Pek çok cami, medrese, kervansaray, köprü, hamam, su kanalı bu dönemde yapıldı. Ticaret merkezi haline gelen Diyarbakır yöresi Mervaniler’e büyük bir zenginlik kazandırmıştı. Kültürel ve edebi çalışmalara da önem veriliyordu, bu nedenle Mervani Kürt Devleti şair, edebiyatçı ve bilim adamlarının sığınma merkezi haline gelmişti.

Ebu Dela, Tihami, Ebu Rıza, Simon El Hotci gibi pek çok yerli ve yabancı şair Mervaniler’den övgüyle bahsederler.

Nasır Kuré Mervan’ın ölümünden sonra sırasıyla tahta geçen Said, Nasır ve Mensur’un döneminde Mervaniler’in gücü zayıfladı.

Bu dönemde Bizans saldırılarına karşı koyabilmek için Selçuklulardan yardım istediler. Meşhur Malazgirt savaşı bu döneme denk gelmektedir. Bazı kaynaklar, Selçuklu ordusunun yarısının Kurdler’den, Bizans ordusunun da yarısının Türkmenlerden oluştuğunu, ancak savaş sırasında Bizans tarafındaki Türkmenlerin saf değiştirmeleri sonucu savaşın seyrinin değiştiğini belirtmektedirler.

Savaştan sonra Mervani sarayı kendi içinde iktidar sorunu yaşamaya başladı.

Hükümdar Nasıruddevleyi avucuna alan doktoru Ebu Salim veziri kovdurunca yerine kendisi geçti. Eski vezir Fahreddudevle, Mervani sarayından kovulduktan sonra halifeye sığındı, halife de kendisini kovunca Selçuklu sultanı Melikşah’a sığınmak zorunda kalan vezir, Mervaniler’in durumunun kötü olduğunu, Mervani hazinelerinin er geç Bizanslıların eline geçebileceğini, bunun olmaması için harekete geçmesi gerektiği konusunda Melikşah’ı ikna etmeye çalıştı. Mervani sarayında oluşan otorite boşluğu ve Bizans tehlikesini dikkate alan Melikşah orduyu Diyarbakır üstüne gönderdi.

Diyarbakır kuşatması uzun bir süre devam etti. Bunun üstüne Melikşah ikinci bir ordu göndererek kuşatmayı daha da büyüttü. Uzun süren kuşatmaya dayanamayan Diyarbakır teslim oldu. Diyarbakır’ı ele geçiren Selçuklu ordusu Meyaferqin’e yöneldi. Kuşatmalar sürerken Mervani hükümdarı Nasırüddevle, idareyi yeni vezir Ebu Salime terk ederek Cizre’ye kaçtı. Meyaferqin’i savunamayan Ebu Salim şehri Selçuklulara teslim etmek zorunda kaldı Son kalesi ele geçirilen Mervani Devletinin hükümdarı da Melikşah tarafından sürgüne gönderilince Mervani saltanatı sona erdi(1085).

(devam edecek)

Kaynak:
*Kurdistan Tarihi-E.XEMGİN
*Med İmp.Sonrasında Kürtler- W.TORI

Açıklama:
Arapça’da “d” (dat) ve “z” harfleri birbirlerinin yerine kullanılabiliyor. Ör; Peygamberimizin kabri için “ravda” kullanıldığı gibi, “ravza” kelimesi de kullanılmaktadır. Bazı kaynaklarda “Bad” olarak geçen kelimenin aslı “Baz”dır. “Baz”, Kurdçe bir sözcük olup, “şahin” ve “koşmak” anlamlarında kullanıldığı gibi “yarışmak” anlamında da kullanılır. Ancak Arabik etki fonetik değişime sebep olmuştur.

KURDİSTAN TARİHİ - Buveyhiler


Kurd Devletleri – Kurd Buveyhi Devleti

İran Kurdistan’ında yerleşik  ve Abbasilere karşı yapılan isyanlara katılan  Deylemi Aşireti, reisleri Bavé (Bové / Buvi) Şuca’nın oğulları tarafından kurulmuştur.

Zagroslar’da yaşayan Deylemi aşireti silahlı gücünden dolayı Ziyar devletinin kurulmasına destek sağlamış ve devlette önemli kadrolar elde etmişti. Aşiretin reisi konumunda bulunan Bavé Şuca, yönetimde güçlü bir konumda bulunduğu için oğullarının da önemli görevlere atanmasını sağlamıştı. Önemli görevler üstelenen Bavé Şuca’nın oğulları  Ziyari hanedanının kurucusu Merdav-Merdaviç’i darbeyle ortadan kaldırınca yönetim el değiştirmiş ve mevcut devletin adı bile onlarla (Boveyi-Buvi) anılır olmuştu.

Buviler Şii mezhebine mensup oldukları halde sunilere politik baskı yapmıyorlardı. Ancak on iki imam Şiiliğinin gelişmesi için de çaba sarf etmişlerdir.

Ziyar Devletinin kurucusu Merdav’a karşı darbe yapıp tahttan indiren Buvi kardeşler  devlet işleyişine hakim oldukları için kısa sürede kendi politikaları doğrultusunda devleti biçimlendirdiler. Devletin yeni adı da babalarından dolayı Buvi / Buveyhi olarak değiştiren yeni kadro Kurd Deylemi Aşiretinin soylularından oluştuğu için kısa sürede bölgedeki diğer Kurd aşiretlerinin de onayını aldı.

Abbasiler bu süreçte Kurd hanedanlar tarafından ablukaya alınmış ve halifelik sembolik bir güç haline gelmişti. Bir taraftan Hemdaniler bir taraftan da bastıran Buyiler ve diğer hanedanlar karşısında ayakta kalmaya çalışan Abbasi halifesi oluşan yeni devletleri tanımak zorunda kalıyordu.

Bölgede önemli bir güç haline gelen Buvi kardeşler kısa sürede yeni devletin sınırlarını genişleterek kuzeyde Hazar, güneyde de Şiraz ve İsfahan’a kadar sınırlarını genişlettiler.

945 yılında Bağdat üstüne yürüyerek  şehri  ve halifelik kurumunu egemenliklerine alan Buviler, büyüyen devleti daha iyi yönetebilmek için üç emirlik oluşturdular. Ancak otoritenin bölünmesi siyasi çalkantıları beraberinde getirince kardeşler karşı karşıya gelmekten kurtulamadı. Saltanatta pay sahibi olmak isteyen bazı aşiretler de bu bölünmede rol oynamıştı. Nitekim bu aşiretlerden Fedlaviler süreç içinde amacına ulaşarak ‘Fedlawi Kurd Devletini’ kurmuşlardır.

Aduddevle, meydana gelen taht kavgasında diğer kardeşlerini yenilgiye uğratarak yönetimi tek elde toplamayı başardı.  Tahta oturan Aduddevle  İran, Irak ve Umman topraklarının büyük bir kısmını egemenliğine aldı. Daha çok savaş kültürü ve silahlanmaya önem veren Aduddevle, mimaride de ilk defa Ziyariler’in cami yapımında kullandığı Kubbe mimarisini geliştirerek pek çok cami, hastahane, imarethane, köprü, yol, kanal ve kuyu yaptırmıştır. Moğol istilasında yakılan yıkılan bu eserler ve daha sonra Timurlek’e ilham kaynağı olmuş ve Timurlenk’in bu bölgeden götürdüğü alim ve ustalarla Asya’da tarım ve mimaride önemli işler yaptığı görülmüştür.  Timur’un yanı sıra Ziyari Kurdler’in keşfettiği Kubbe mimarisi Araplar, Farslar, ve Osmanlılar tarafından  kullanıldığı gibi tüm dünyaya yayılmıştır.

Aduddevle Yukarı Mezopotamya’da Hemdaniler’e, Horasanda Samanilere ve Taberistan’da da baş kaldıran Ziyariler’e karşı genişleme siyaseti izleyerek devleti güçlendirdi, ancak ölümünden sonra oğulları taht kavgasına girişince meydana gelen saltanat kavgaları devleti zayıflatmaya başladı. Bir süre devam eden taht kavgasında orduda görev yapan paralı Türkmen askerlerin desteklediği Sultanuddevle kardeşlerine galip gelerek tahta oturdu. Sultanuddevle ölünce yerine Cihanuddevle tahta geçti. Cihanuddevle’nin paralı Türkmen askerlere ücretlerini vermemesi üzerine isyan başlatan Türkmenler Bağdat’ı ele geçirerek   sultanın Bağdat’ı terk etmesini sağladı. Bağdat’ı terk etmek zorunda kalan Cihanuddevle bir süre sonra güçlü bir orduyla Bağdat’ı tekrar ele geçirerek kendisine karşı isyanda bulunan Türkmen başı Bars Togan’ı da idam ettirdi.

Bu olaylardan sonra bir süre istikrar sağlayan Buviler Irak, İran ve diğer bölgelerde egemenliklerini devam ettirdiler. Cihanuddevle ölünce yerine Kaliçar Kuré Sultanuddevle geçti. Onun dönemi nispeten iyiydi, ancak o da öldükten sonra oğulları saltanat kavgasına giriştiler.

Büyük oğlu Husrew-Firuz  Kardeşi Fulad’ın Türkmenlere sığınması üstüne tahta oturarak devleti yönetti.

Tahta kavgalarının zayıflattığı devlet bölgede gittikçe yerleşik hale gelen ve güçlenen Türkmenlerin hedefi haline gelmişti. İş bulmak ve para kazanmak için geldikleri emanet coğrafyada egemen olmak isteyen göçmen Türkmenler halifelik kurumundan yararlanmak için gizliden gizliye halife ile ilişkileri geliştirdiler. Gerek Türkmenler ve gerekse halife Buviler’e karşı intikam hırsı besliyorlardı. Türkmen Başı Bars Togan’ın öldürülmesi Türkmenleri, Bağdat’ın Buviler tarafından ele geçirilmesi sırasında gözlerine mil çekilen halifeden dolayı da Abbasi hanedanı Buvi iktidarına karşı düşmanca duygular besliyorlardı.  Bu duygulardan hareketle gizli bir ittifak kuran taraflar Tuğrul Beye sığınan Buvi prens Fulad’tan da yararlanmak istediler. Buvi prens kendisine vaat edilenlerin karşılanması durumunda ittifaka destek vereceğini bildirdi.

Tuğrul Bey ve Halifeden söz alan Fulad, yandaşlarıyla beraber şer ittifaka katılarak bu devletin son  bulmasına sebep olmuştur.

İttifak ordusunun başında bulunan Türkmen emiri Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat üstüne yürüyerek Buvi sarayını ve şehri ele geçirdi.

Buvi devleti son bulmuş hanedan da kılıçtan geçirilmişti.

Buvi prens Fulad, bu ihanet sonrasında bir bölgenin  kendisine verilmesini beklerken ancak canını kurtarabilmişti.

Tarih bize hainlerin kaybettiğini gösterdiği halde, aç gözlülük ihanet edenlerin ileriyi görmelerine engel olmaktadır.

 “İhanete uğramanın acısını yalnız hainler bilir.” Shakespeare

Kaynak:
*Kurd Devletleri –Khusrew
*Kurdistan Tarihi- E.Xemgin
*Med Sonrası Kurdler-Tori

KURDİSTAN TARİHİ - Goraniler


Kurd Devletleri
Gor / Goran Devleti

M.S.6. yüzyıl başlarında başlayan Sasani (Zazani) Hun savaşları sırasında Horasan yöresine yerleştirilen Kurdler ile beş yüz yıl sonra Abbasiler tarafından bölgeye ikamete zorlanan Kurd aşiretlerin birleşmesi sonucu ortaya çıkmış bir devlettir. (Gor sözcüğüne eklenen “an” eki Kurdçe’de çoğulu ifade eder)

Sasani, Arap, Samani ve Gazneliler Kuzey sınırlarını tehdit eden Hunlar’a karşı Kurd aşiretlerini tampon güç olarak kullandılar. Ancak bölgede önemli bir güç haline gelen Kurdler birlik sağlayınca 1148 yılından 1215 yılına dek süren 67 yıllık bir devlet kurmayı başardılar.

Gor devletini oluşturan GORAN topluluğu kendilerini zalim Dehak’ın saltanatını yıkan Kurd soyundan geldiklerini söyler ve bununla da övünürlerdi.

Arap egemenliğinin zayıfladığı dönemde Aryan kavimler kendi hâkimiyet alanlarında iktidarlarını kurabilmek için çetin savaşlara giriştiler.

Ali ve Muaviye arasındaki iktidar ve saltanat savaşları -ki sonradan mezhep çatışmalarına dönüştü- İslam’ın yayıldığı Aryan bölgesinde de meydana gelen savaşların sebep ve sonuçlarını tayin ediyordu.

Bu savaşlar sonucunda ortaya çıkan Sünni GAZNELİLER Horasan ve yöresinde yaşayan Şii Kürtler üzerinde baskı uygulamaya başladılar. Ancak Şii Kurdler, ittifak kurduğu Şii Karmatiler’in yardımıyla Gazneliler’i yenilgiye uğratınca yapılan anlaşma gereği Horasan bölgesi Gazne sultanına bağlı Kurd Goran Emirliği hakkını kazandı.

Kurd Goran aşiretinin lideri Seyfeddin Sori Gor ülkesinin ilk emiriydi. Emir Seyfeddin Sori’nin kısa süren saltanatından sonra –ölünce- yerine oğlu Ali geçti.  Ali yönetimde pasif kalınca yeğeni Abbas tarafından darbe yapılarak (1030) tahttan indirildi. Amcasının yerine geçen yeğen Abbas Gor ülkesinde kendisine sağlam bir kale yaptırdı ve uzun süre emirliğe devam ederek büyük hizmetlerde bulundu.. Ancak bu sırada tekrar güç kazanan Gazneliler kendilerine bağlı olan Goran emirliğinde başına buyruk hareket eden Emir Abasın yönetiminden rahatsızlık duymaktaydı. Abasın tahttan indirilip yerine oğlu Muhammed’in geçirilmesi için verilen mücadele Gaznelilerin istediği gibi sonuçlandı.

Babasının yerine geçen Muhammed Gazne sarayınca idare edildiği için, daha çok emirliğin iç huzuruyla uğraşarak sakin bir yaşam geçirdi.

Muhammed ölünce yerine Kutbiddin Hasan, ondan sonra da İzzeddin Hüseyin geçti.

İzzeddin Hüseyin, Selçuklu Sultanı Sencer ile yaptığı savaşta (1107) yenilince, Gor ülkesi Gazneliler’e bağlıyken Selçuklara bağlı bir emirlik haline geldi.

İzzeddin Hüseyin’in ölmesi üzerine yerine oğlu II. Seyfeddin Sori emirliğin başına geçti. Seyfeddin Sori Selçuklulardan bağımsızlığını kazanarak emirlik statüsünü devlete dönüştürdü ve bu tarihten sonra Gor Devleti kurulmuş oldu (1148).

II. Seyfeddin Sori devleti geliştirip sınırlarını sağlama aldıktan sonra Gor ülkesini kardeşleri arasında paylaştırdı. Ülkenin dağlık kısımlarını Melik-ul Cibal adını verdiği kardeşi Kutbiddin’e, diğer kardeşi F.Muhammed’e de Toharistan, Bamyan, Şagnan, Vahs ve Bedhanı verdi.

Bu paylaşım Seyfeddin Sori’nin ölümü sonrasında ülkeyi ikiye böldü.

Kutbiddin Melik-ul Cibal kendisine verilen bölgede hakimiyet kuramayıp yeğenleriyle sürtüşmeye girişince Gazne Sultanı Behram Şah’a sığındı. Behram Şah onu zehirleterek öldürttü. Bunun üstüne harekete geçen yeğeni III. Seyfeddin Sori  Gazneliler üstüne yürüyerek  Gazneyi ele geçirdi. Kuram bölgesine kaçan Behram Şah Afgan ve Halaciler’den bir ordu toplayarak geri dönmeye çalıştı. Bu arada Gazneyi ele geçiren III. Seyfeddin Sori kendini tüm bölgenin sultanı olarak ilan etmiş ve kardeşi Behaüddin Sam’ı da Gor Ülkesinin başına geçirmişti.

Behram Şah topladığı ordu ile geri gelerek topraklarını geri aldı ve III. Seyfeddin Sori’yi öldürttü. Kardeşinin esir alınıp öldürüldüğünü öğrenen Bahaüddin Sam, Gazneliler üstüne yürüdü, ancak yolda ölünce yerine oğlu Alaüddin Hüseyin geçti. Babasının seferine devam eden yeni sultan Gazneliler’i Zemindavar ovasında yenilgiye uğratarak orduya komuta eden Behram Şahın Oğlunu da öldürttü. İntikam hırsıyla hareket eden Gor Sultanı Alaüddin Hüseyin, Gazneyi baştanbaşa yakıp yıktı. Bu hareketinden dolayı kendisine “Cihansuz” (dünyayı yakan) unvanı verildi.

Selçuklularla savaşa girişen Cihansuz ordusunda bulunan Türklerin saf değiştirmesiyle yeniliye uğradı ve Selçuklu sultanına esir düştü. Esir bulunduğu kaleden kaçan Cihansuz geri geldikten sonra Murgap vadisi ve Türk kalesine seferler düzenleyerek ele geçirdi.

Cihansuz’dan sonra tahta geçen Kurd Gor hükümdarları bölgede pek çok savaşlara giriştiler. Yendiler, yenildiler fakat bu savaşlar neticesinde sınırlarını Aral gölünden Hindistan’ın içlerine kadar genişlettiler.

Gor devletinin sonlarına doğru tahtta bulunan Sultan Muiziddin güneye yönelerek 1174 te Mutan arazisini, 1175 te Sind’i, 1179 da Peşaver’i, 1182 de Sind bölgesinin sahil şeridini, 1186 yılında da Lahor şehrini ele geçirdi.  Gazneli Mahmud’un hanedanına son veren Muiziddin kendisini Gazneli Mahmud’un varisi olarak ilan etti.

Bundan sonra Hindistan’a yönelen Muiziddin 1192 yılında Hintlileri yenerek Ganj nehrini doğduğu yere kadar bütün Kuzey Hindistan’ı fethetti. Bu fetihten sonra Ayberk adındaki Türk kumandanını Delhi şehrine vali olarak atadı. Bir başka kumandanını da Bengal’e tayin etti.

Goranlar’ın bölgede genişlemeleri Harzemşahları endişeye sürüklemiş ve Goran’a karşı savaş hazırlıklarına girişmişlerdi. Ancak Goran ordusu Harzemşahlar’ı hazırlıksız yakalayarak yenilgiye uğrattı. 1199 yılında Harzemşahların Nişabur kentini kısa süreliğine işgal eden Gor ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.

Muiziddin Muhammed Gorî 1206′da Türk suikastçılar tarafından öldürülünce devlet zayıfladı ve hanedanlık parçalandı. Fethettiği şehirlere atadığı valiler egemenliklerini ilan ettiler.

Hanedanlığı devralan Gıyaseddîn Mahmud’da 1212′de yine Türk suikastçılar tarafından öldürülünce yerine oğlu Bahaüddin geçti. Bahaüddin de Harzemşahlar’la yaptığı savaşta yenilince Gor ülkesi Harzemşahlar’a bağlı bir emirlik haline geldi.

1215 yılında Gor devletinin Gazne ve Horasan bölgeleri de Moğolların eline geçince geriye Gor Hindistan Köleleri devleti kaldı. Gor Hindistan Köleleri Devleti Delhi’de değişik beş sülale halinde kısa süreliğine de olsa hüküm sürdü. Bu devlet Moğol istilasına karşı savaşarak, Moğolları Afganistan içlerine kadar sürmeyi başardıysa da devam eden Moğol istilasına karşı fazla tutunamayarak tarih sahnesinden çekildi…

Goran döneminde Herat, Gazne, Bost, Balgh ve Kisti gibi şehirler 11.yy da birer ticaret ve sanat merkezleriydi. Goran Kurdler’i girdikleri Afganistan, Hindistan ve Pakistan coğrafyasında her şehirde cami,  medrese ve tekkeler inşa edip gelişmelere ön ayak oldular. Sultan Giyaseddin’in Herat’ta yaptırdığı Eşler Camisi ile İslam Mimarisinde yenilikler yaratılmıştır. 1210 yılında Hindistan’ın Delhi şehrinde yapılan Cuma Camisi ve Kutub Minaresi önemli Kurd kültür eserleri arasında sayılmaktadır. Yine Goran döneminde Afganistan coğrafyasında yapılan mimari eserler mavi renkli fayanslarla süslenmiş ve bu da İslam mimarisine bir yenilik katmıştır. Bu yenilikler daha sonra Anadolu ve diğer İslam coğrafyalarında takip edilmiştir. Mimarinin yanı sıra kültür ve sanatta da gelişme sağlayan Goran ülkesinde Kürtçe’nin Hawramî olarak bilinen Gorani lehçesi önem kazanmıştı…

(devam edecek...)

Kaynak:
-E.Xemgin “Kurdisan Tarihi”
-Khusrew  “Kurd devletleri”
-Tori “Med İmp. Sonrasında Kurdler”

KURDİSTAN TARİHİ - Ziyariler


Kurd Devletleri

Ziyar Devleti (Zazalar)

Kurd Ziyari Devleti,  Buveyhi Devletinden önce Kurdistan’ın doğusunda orta İran’ı Kapsayan bölgede Merdaviç é ZİYAR  tarafından kurulmuştur.

Dileman (Deylemi) Aşireti’ne mensup Merdaviç ê Ziyar tarafından Kürdistan’ın doğusunda kurulan bu devlet, Zaza olarak bilinen Dimilî Kurdler’inin son büyük egemenliğidir. Merkezi Curcan’ın kuzeyi ve Mazendaran’da bulunan ve 928-1043 yılları arasında yaşan devletin egemenlik alanı Taberistan ve Curcan’ı da içine alarak güneyde İsfahan ve Hemedan’a, batıda El Cezire ve Irak’a, kuzeyde ön Kafkasya’ya kadar uzanıyordu.

Taciklerin 875 ile 999 yılları arasında doğu İran’da kurduğu Samaniler hanedanında ordu komutanlığı yapan Merdaviç  Abbasilerin zulmünden şikayetçi olan Kurd aşiretlerini yine Abbasi otoritesinin zayıfladığı sırada bir araya getirebilmişti. Hemedan ve İsfahan’da  yaşayan Kurdler’i harekete geçiren Merdaviç, kısa sürede Kurdistan aşiretlerini birleştirerek bir ordu kurmayı başarmış ve Abbasilerin bölgedeki egemenliğine son vererek yeni bir Kurd devleti kurmuştu.

9. yüzyılda  Merdaviç é Ziyar öncülüğünde birleşmeyi başaran Kurd aşiretlerinin Keya Antlaşması ile birlik sağlamaları  İslamiyet döneminde Kurdler’in devletleşmesi yönünde  önemli bir girişimdi. Zira Araplar  her girişimlerinde Kurdler’i  -bugün olduğu gibi- bölücülük ve dinsizlikle suçlayarak milli birlik girişimlerini engellemiş ve din kardeşliği hikayesiyle ümmet çatısı altında devşirmeye çalışmışlardı.

Kurdler’in devletleştiği 9.yüzyıl aynı zamanda Türk ve Arap istilasıyla tanıştığı ve devşirtilmeye zorlandığı  dönemin başlangıcıdır. Arapların yürüttüğü aşiret ve mezheplere böl ve yönet politikası başarılı olduğu için sonraki dönemlerde Türkler tarafından  aynı politikalar Kurdler’e uygulanmış ve bugünlere değin Kurdler’in feodal-ümmetçi yapıdan ulusal birliğe geçişleri işbirlikçi ağa ve şeyh otoriteleri vasıtasıyla engellenmiştir.

Bu dönemde bölgeye devam eden akıncı göçleriyle güçlenen Türkler, ordularında paralı askerlik yaptıkları  Abbasi ve Kurd emirlere  karşı savaşa giriştikleri süreçtir. Bu yüzdendir ki söz konusu dönemde Abbasi egemenliği yok olmuş ve kurulan Kurd devletlerinin ömrü de ancak 100,  150 yıl sürmüştür..

Mezopotamya’ya  yerleştikten sonra göçebe çadır kültüründen yerleşik  hayata geçişi başaran Asya akıncılarının savaşçı karakterleri Arap cihad anlayışıyla birleşince Ön Asya önce kana bulanmış sonrasında da tüm  kültür değerleri talan edilerek el değiştirmiştir.  Selçuklu ve Osmanlıya ait tarihi  eserlerin tümünde Mezopotamya aklı ve yaratıcılığı olduğu halde resmi tarih bu zenginliği istilacılara mal etmektedir.  Oysa Timurlenk öncesi Asya’da göze çarpan en önemli tarihi (!) eser -Çin setine varıncaya kadar- deriden yapılan  çadırlardı(otağ)  .

Timurlenk Ön Asya’yı kana buladıktan sonra gördüğü uygarlığı Asya’ya taşımak için beraberinde pek çok alim, usta ve levazımatçı götürmüş ve sonrasında Asya’da ilim, tarım ve mimari gelişmiştir.

Bu dönemde Arap ve Asyalı göçebelere karşı verilen savaşlarda  kahramanlıklarıyla ünlenen Kurdler  egemenlik alanlarında birkaç yeni Kurd devletinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Emirlerinin “KEYKAWUS” adını kullanarak hükümdarlık yaptığı Ziyarlar Devleti de bu dönemde kurulmuştur. Ancak bu devlet, saltanat ve iktidar hırsına kapılan bir başka Kurd hanedanı  Buveyhiler tarafından yapılan bir iç darbe sonucu tarih sahnesinden silinmiştir.

Khusrew  “Kurd Devletleri” adlı eserinde bu devletin gelişmişliğini şöyle açıklamaktadır: “Gelişmiş bir askeri güce sahip olan Ziyarlar döneminde İslam sonrası Kurd Mimarisi büyük bir gelişme kaydetmiş, özellikle matematik, astronomi, tıp ve fizik alanlarında büyük bilim adamları yetişmiştir.”

Kurdistan coğrafyasında Kab kültürü (kümbet mimarisi) disipline edilerek mimariye uyarlanmış ve cami kubbeleri biçim kazanmıştır. Aynı zamanda bir milli Kurd sembolü olan on köşeli Gımbed a Kawus (Kawus Kümbeti) bu dönemde yapılmıştır. Halen İran’ın Gülistan bölgesinde bulunan Gımbed a Kawûs Ziyarlar döneminin en görkemli eserlerinden biridir. 1006 yılında yapılan kümbet, Curcan şehrinin kuzeyinde bulunmaktadır. Bir efsaneye göre Key-kawus’un naaş’ı cam bir tabut içinde bu kubbede asılı durmaktadır.

Ziyarlar döneminde yetişen en önemli bilim adamlarından El Bruni,  devrin hükümdarı  tarafından desteklenmiş ve meydana gelen gök olayları  hakkında önemli araştırmalarda bulunmuştur.

Astrofizikçi El-Bruni gibi bilim adamlarının yetiştiği Ziyarlar döneminde devlet felsefesinde yeni açılımlar yaparak sosyolojik tespitleriyle günümüze ışık tutan  “kawusname” adlı eser de yine bir Kurd emiri Key-Kawus’un amcası tarafından yazılmış olup, kıymetini günümüze dek koruyabilmiştir.

Mimari ve bilimsel çalışmaların yanı sıra el sanatlarında da ileri olan Ziyarlar’ın egemenlik bölgesindeki “Qelar deşt” (kalar ovası) kazılarında el sanatlarındaki gelişmişliği sergileyen pek çok eser ortaya çıkarılmıştır. Süs ve mutfak eserlerinin yanı sıra paha biçilmez aslan motifli altın bir kupanın bulunması da devletin zenginliği ve gelişmişliğine yorumlanmaktadır.

Yaklaşık yüz yıl gibi bir süre egemenliğini sürdüren Kurd Ziyari Devleti, ordu ve  devlet kademelerinde görev alan bir başka Kurd hanedanına mensup kişilerin girişimleri sonucu bir iç darbe ile son bulmuştur(1043).

Bin yıllık Kurd tarihine baktığımız zaman birbirleriyle savaşta kendi kavimlerine karşı aslan kesilmişlerdir, bu yüzden de başkalarıyla savaşlarda kendilerine yenilmişlerdir.

Halk arasında bu durum şöyle ifade edilir:

-Başkalarına karşı tilki, kendine aslan kesilme…

-Dınya dıjmıné kevé, kev ji dıjmın é seré xwo ye.

-Kırmé daré, jı daré nebit, zevala daré ji nabit. Vb gibi …

İnsanlık tarihi kadar eski olan  bu tespitler toplumların kaderlerinde belirleyici rol oynamıştır.

Sorumlu kişilik, bu tespitlere göre doğru rol alan kişiliktir.

Bu da cesaret ve bedel gerektirir.

(Devam edecek...)

Kaynak:

*Khusrew- Kurd Devletleri

KURDİSTAN TARİHİ - Alamut Kalesi


Kurd Devletleri - Alamut Kurd Devleti

Onuncu yüzyılda İslamiyet içinde büyük bir hızla gelişen İsmailli Mezhebi Kurdıstan coğrafyasında da büyük bir taraftar kitlesi kazanmıştı.

Alamut Kurd Devletinin kuruluşu da bu mezhebin Kurdıstan’da güçlenmesi sonucu inanç temelinde var olmuş ve 179 yıl bölgede hüküm sürmüştür.

Devletin kuruluş sürecini daha iyi anlayabilmek için İsmailli mezhebinin ortaya çıkış ve gelişme sürecinden bahsetmekte fayda vardır.

Bu mezhebin kurucusu İmam Nuşair’dir.

İmam Nuşair Abbasi Halifesi El Muktedirin veziri olduğu zaman Kurd Hemdani Devletine yaptığı gezi sırasında bölgedeki insanları dini yorumlarıyla etkisine almış ve rehberliğini yaptığı tarikatın (Mezhep) ilk tohumlarını Kurdıstan’a serpmiştir.

Bu tarikatın gelişmesiyle beraber İslam dünyasında huzursuzluklar tekrar baş göstererek çatışmalara sebep olmuştur. Sünni çoğunluğun şiddetine maruz kalan  tarikat, gizli çalışmalarla bölgede varlığını sürdürmüş ve ilk defa Fatımiler döneminde Mısırda iktidara geldikten sonra bölgede alenen ortaya çıkmıştır.

Tarikatın kurucusu İmam Nuşair olduğu halde ismini altıncı imam Cehfer-é Sadık’ın oğlu İsmail’den almaktadır.

İsmaillilere göre Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed, Ali ve İsmail’in oğlu Muhammed / Mehdi  Allah’ın gerçek peygamberleridir.

Diğer İslam’i mezheplere göre pratik yaşamda daha sosyal ve daha ilerici bir yapıya sahip olan İsmailli Mezhebi Arap kültürüyle İslam’ı ayırarak Arap baskı ve sömürü düzenine karşı  mücadeleyle farkını ortaya koymuştur. Egemenlik alanında bulunan tüm insanların dini inançlarını ve ibadetlerini serbestçe yapmalarına imkan tanıdıkları gibi, sosyal alanda da eşitlik prensibine uyarak fakirlerin desteklenmesi ve toprakların ihtiyaç sahiplerine  dağıtılması yönünde de çaba sarf etmişlerdir.  İlerici ve sosyal devlet anlayışları sayesinde iktidara geldikleri Mısırda  (Fatımiler) halkın sosyal yaşam düzeyi  geliştirilmiş ve çağının yüksek refah düzeyi yakalanmıştı.

Yakaladığı refah düzeyi ile İslam coğrafyasında büyük bir etki yapan  İsmailliye mezhebi, bu olumlu etkiyle Kurdler tarafından da kabul görmüştü...

Arap kültür emperyalizminin sert  ve katı kurallarına uyum sağlayamayan Kurdler ve diğer Arap olmayan halklar antik Mezopotamya dinlerinden faydalanarak -yerel düzeyde sentez kurmuş- inançlarında özgünleşmeye çalışmışlardı. İncelendiğinde Kurd gelenek ve göreneklerinin bu sentezde ağır bastığı ve zamanla bunun sofizm ve tasavvuf olarak Kurd yaşamına girdiği görülür.

Bu mezhep, Kurd Ziyar Devleti’nin hükümdarı Kawus-ê Kur-ê Keylan Şah zamanında (1069-1077)  Hesen EL SEBAH tarafından Mezopotamya’da yayılmış ve kısa bir süre içinde de Kurd aşiretlerinden  60.000 civarında sempatizan toplayarak askeri bir güç haline gelmişti.

Hesen  EL SEBAH ; Doğum tarihi ve yeri bilinmemekle birlikte bazı kaynaklar Irak Necef’te, bazılarına göre de İran’ın Kum kentinde doğduğu ve eğitimini de Kum ve Rey kentlerinde tamamladığı ileri sürülmektedir. Eğitimini Şii Mezhebi üstüne tamamlayan SEBAH, İsmaillilerin merkezi olan Fatımi Devleti’nin başkentine giderek Kahire ve İskenderiye’de dönemin bilginlerinden dersler aldı. 1078 yılında Kurdıstan’a döndükten sonra  İsmailliye mezhebini yaymaya çalışarak bölgede gidilmedik kent bırakmayan SEBAH, gezisi sırasında  hayran kaldığı ve stratejik öneme sahip bulduğu  Alamut Kalesini kendine üs yaptı (1090). Alamut kalesi Elburz Dağları’nın ulaşılması güç ve korunaklı bir bölgesinde yer almaktadır. Nitekim Selçuklular ve diğer istilacı kavimlerin defalarca  saldırılarına karşı kuşatmalara dayanmış ve ele geçirilememiştir.

SEBAH’ın örgütlendiği dönemde aynı bölgede Kurd Ziyar Devleti bulunmaktaydı. Ancak Ziyar devleti o sırada iç çekişmelerle beraber Kurd Buveyhi Devletinin baskısı altındaydı. SEBAH mevcut kaostan yararlanarak Ziyar Devletinin Kuzey topraklarına el koydu ve uzun süren iç savaşlardan sonra nihayet 1077 yılında Kurd Ziyar Devletinin yıkılmasıyla beraber Kurd Alamut Devletini kurdu.

Alamut kalesinde amacına ulaşarak üs kuran SEBAH, uyguladığı strateji ile yakın civardaki kaleleri de fethetmiş ve gerçekleştirdiği sosyal reformlarla mezhep üyeleri arasında kardeşlik bağlarını güçlendirip güçlü bir topluluk oluşturmuştu.

Alamut Kalesinin ele geçirildiğini ve yeni bir devlet kurulduğunu öğrenen Selçuklu veziri Nizamılmülk, Kaleye sefer düzenleyerek kuşatmaya aldı. Horasan Kurdler’inden olan vezir Nizamülmülk Selçuklu sarayına gelmeden önce Horasan Valisinin yanında devlet işlerinde yetişmişti. Kuşatmayı dört ay boyunca devam ettiren ve mezhep üyelerine zulüm uygulayan vezir, fedailer tarafından bir suikastla  ortadan kaldırıldı. Bu dönemde Selçukluda taht kavgası başlamıştı, durumu iyi değerlendiren SEBAH örgütlenme alanını daha da geliştirerek Selçuklunun üst düzey yöneticilerini bile İsmailli mezhebine dahil etti.

Bölgenin istilacılarına karşı bilinçli bir örgütlenmeyle muazzam bir sistem kuran Hesen EL SEBAH, tarihi çarpıtan işgalci kavimlerin naylon tarihçileri tarafından aşağılanmakta ve müritlerinin haşhaş içerek teröre başvurduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle de işgalciler SEBAH’ın adamlarına “Haşhaşiyan” (Haşhaşiler) adını vermiştir. Haşhaşin’in Türkçe anlamı ‘sır bekçileri’dir.

“Hış” ;  Kurdçe susmak ve düşünmek fiillerinin karşılığıdır. “..yan “ eki takıldığında çoğul isme dönüşmektedir. “Hışhışin” anlam olarak gizlilik ve düşüncenin örgütlü ifadesidir Kurdçe.

Bu kesim derin düşünce  yani meditasyonla bölgedeki egemenlere karşı – yüksek görev bilinciyle- mücadele etmiştir. Gizlilik ve bilginin yarattığı derin inanç çerçevesinde başarıya ulaşan bu topluluğu çözemeyen zamanın egemenleri onları uyuşturucu çeteleri, yoldan çıkanlar vb gibi ifadelerle suçlamışlardır. Günümüzdeki egemenler de hala kendilerine karşı savaşan kesimleri  terörist, Zerdüşti, Ermeni, ya da “uyuşturucu kullanan kandırılmışlar… vb gibi yakıştırmalarla suçlamaktadırlar…

SEBAH tanrı otoritesinden yola çıkarak grup üyelerine kötülüğe, haksızlığa ve istilacılara karşı asla ve asla boyun eğmemelerini ve bu uğurda yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir. Bu nedenle SEBAH’ın öğrencileri yer yer fedai eylemler geliştirip haksızlıkların üstüne gitmiş, hain ve işbirlikçilere suikastlar düzenleyerek ortadan kaldırmışlardır. Doğal olarak buna karşı olan egemen işgalciler de  bunun karşıt propagandasını yapmıştır. Ama bilinmelidir ki bir kişiye ne kadar uyuşturucu verilirse verilsin, o kişi asla büyük risk taşıyan eylemler yapamaz, bilakis hantallaşır. Emanet coğrafyada iktidarı ele geçiren işgalciler -hala aynı zihniyetle- işgal ve zulme karşı savaşmak şiarıyla yola çıkan Kurdler’i (PKK-KCK) “kandırılmışlar, uyuşturucu kullananlar”  vb gibi… yalanlarla - psikolojik savaş yöntemleriyle  karalamaktadırlar.

Kandil kalesine pardon Alamut Kalesine Selçuklu ordusunun girememesi ve hatta Selçuklu yöneticilerinin bile bu örgüte bağlılık göstermesi bölgedeki otoriteyi Hesen SEBAH lehine çevirmişti. Hangi mevkide olursa olsun üyeleri / fedaileri gözünü kırpmadan verilen görevi yerine getirmiş ve bu yüzden de tüm bölgeye korku salmışlardı.

Hesen EL SEBAH’ın etkileme gücü, yüksek dehası, uyguladığı eğitim sistemi, taktikler ve sonuçları  onu önemli tarihi bir kişilik haline getirmiştir. Bu tarihi kişiliğin Halep’te, Latikya’da, Hama’da,ve tüm Suriye’de olduğu gibi, Persiya, Pakistan, Lübnan ve Kuzey Afrika’da bile sempatizan ve taraftarlarına rastlanır olmuştu. Günümüzde bile  tarafsız kesimlerin övgüyle bahsettikleri bu şahsiyet  1124 yılında  hakkın rahmetine kavuştu. SEBAH  öldükten sonra arkasında  güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran’da değil tüm Mezopotamya’da korkulur bir askeri güç bırakmıştı. Moğol istilasına kadar ayakta  kalmaya başaran Alamut Devleti  petrolün keşfi ve kuşatma sırasında patlayıcı olarak kullanılmasıyla beraber tarih sahnesinde çekildi.

Alamut Devleti 179 yıl bağımsızlığını koruduğu süre içinde 8 hükümdar tarafından idare edilmişti.
1256 yılında Moğol hükümdarı Xülagü Xan  (Cengiz) Sünni Müslümanlardan aldığı destekle Alamut Kalesine sefer düzenledi. Defalarca kuşatılmasına rağmen ele geçirilemeyen Alamut, bu sefer bilinmedik bir saldırıya maruz kalmıştı. Ulaşılması güç görünen kale duvarlarının altını oyan Moğollar açtıkları kuyulara petrol doldurarak ateşledi. Patlamalar sonucu yıkılan gediklerden kaleye giren Moğollar son hükümdar Hur Şah’ı ele geçirince Alamut Kurd Devletine de son verildi.…

(Devam edecek)

KAYNAK:

Fedailerin Kalesi       -  W. BARTOL
Alamut'un Efendisi    -   P. AMİR
Kurdıstan Tarihi         -   E.XEMGİN

KURDİSTAN TARİHİ - Fedlaviler


Kurd devletleri – Kurd Fedlavi Devleti

Abbasi saltanatının zayıfladığı 1000’li yıllarda Arap zulmüne karşı direnişe geçen Kurd aşiretleri güçlü Mirler komutasında bölgede devletler kurmaya başlamıştı.

Aynı zamanda Farslar ve bölgeye paralı askerlik yapmak için Orta Asya’dan gelen Türkmenler de yer yer egemenlik kurmuş ve bu yüzden de Arap egemenliği halife şahsında sembolik hale gelmişti.

Sembolik olarak halifeye bağlı olan Kurd Devletleri içinde en büyüğü  “Kurd Zengi Devleti ile Kurd Fedlavi Devlet” idi…

Arap egemenliğinin zayıflamasıyla beraber bölgede “Atabeg” adı verilen ve şehzadeleri yetiştiren devlet adamları kısa sürede güçlenmiş ve egemenlik alanlarını bağımsız yönetimlere çevirmişlerdi.

Kurd Fedlavi Devleti de bu atabegler döneminde şimdiki güney batı İran’da ortaya çıkmıştı.

1100’lü yıllarda bu bölgede egemen olan Fars Salxuran Atabegi Kurdıstan bölgesi ve Kurdler’le iyi ilişkiler içindeydi. Hizmetlerinden yararlandığı başarılı Kurdleri kendi himayesine alıp kurduğu devlet yönetim kademelerine atıyordu. Bu dönemde önemli bir devlet adamı olan Muhemmed kuré Eli-yé kuré Hesen aynı zamanda Kurd Fedlavi aşiretinin de lideriydi.

Fedlavi aşireti 1107 yılında Ebul Hesené Fedlavi liderliğinde  Kurdıstan’ın Çiya yé Sımaké mıntıkasından Loristan’a göç etmişlerdi.

Cesaret ve atılganlığıyla Fars Salxuran hükümdarının dikkatini çeken Muhemmed kuré Eli-yé kuré Hesen devlet kademesinde önemli bir mertebeye yükselmiş ve aşiretine güç kazandırmıştı. Muhemmed, uzun süre bulunduğu görevi yürüterek ailesi ve aşiretini güçlendirmişti. Ölünce oğlu Ebu Tahir babasının konumundan faydalanarak  Atabeg Sungur’un hizmetine girdi. Babasından daha cesur ve yetenekli olduğunu gösteren Ebu Tahir Fedlavi, yönetimde olduğu gibi askeri konularda da başarı göstererek ordu komutanlığına kadar yükseldi.

Fars Atabegi Sungur, Ebu Tahir Fedlavi sayesinde geliştirdiği güç ve  başarılarına güvenerek  onu hasımlarının üstüne gönderdi. Giriştiği tüm savaşları kazanan Ebu Tahir Fedlavi, Atabeg Sungur tarafından ödüllendirilerek kendisine “  Atabeg-é Çiyayi “ (dağ atabeyi)  unvanı  verildi.  Dağ Atabeyi unvanını alan Ebu Tahir Fedlavi,  orduyu daha da büyüterek sorunlu olan Loristan bölgesine sefer düzenledi. Uzun süren savaşların yanı sıra kısmen de sulh yoluyla Loristan bölgesini kontrol altına aldı. Başarılarıyla bölgede saygı kazanan ve ün salan Ebu Tahir, sahip olduğu güce dayanarak Fars Atabegi Sungur’un hizmetinden çıktığını, kendisinin de ATABEG olduğunu ilan etti .

Atabeglikten sonra bağımsızlığını da ilan eden Ebu Tahir, Şehré Kurde (Kurd Şehri)’ ne yerleşerek  “Kurd Fedlavi Devletini”  kurdu (1156).

Devletin kurucusu olan Ebu Tahir, 25 yıl hükümdarlık yaptıktan sonra oğlu Hezar Hesp’i veliaht seçerek yönetimden ayrıldı. Kardeşlerinin de onayını alan Hezar Hesp, Şiraz ve Hemedan arasında hüküm süren devletin başına geçerek “Melik” unvanı aldı.

Türk tarih kaynaklarında “bin atlı”  adıyla anılan “ HEZAR HESP”, kısa bir süre içinde Lor Kurdıstan’ına sahip oldu.

Bu zenginlik üstüne uzak bölgelerdeki Kurdler ülkeye akın ederek yerleşmeye başladılar. Gelen göçebe kabilelerin katılımı ile devlet daha da güçlenmişti. Devlete katılan yeni Kurd kabileleriyle ordusunu büyüten Hezar Hesp, komşu Şolistan Kurd Eyaleti ve diğer küçük beylikler üstüne fetih seferleri düzenleyerek Hazar Denizinden Basra körfezine kadar tüm bölgeyi topraklarına kattı.

İyi bir yönetici olduğu gibi bilgeliğiyle de hareket eden Hezar Hesp, ülkesini ve çalışanlarını devamlı denetler ve halkın yaşamıyla yakından ilgilenirdi. Nerede boş bir yer görse oraya insanları yerleştirip gelişmelerini sağlardı. Böylece yeni yerleşim yerleri oluşturduğu gibi, üretim ve adalette de ülkesinde yaşayanlar arasında farklılık gözetmeden davranmış, adil davranışları ve bilgeliğiyle halifenin dikkatini çekerek  ülkesinin halife tarafından tanınıp onaylanmasını sağlamıştı.

Bu dönemde Arap-din egemenliği halife şahsında sembolik olarak devam ettiği için, bölgede egemenlik kuranlar halifeden onay alarak meşruiyet kazanmaya çalışıyorlardı…

Hezar Hesp’in 1248 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Tekle-yé Hezar Hesp geçti.

Teklenin başa geçmesiyle sarayda baş gösteren huzursuzluğu fırsat bilen Fars ve Türkmen Atabegler hareketlenerek devleti ele geçirmek istediler. Durumdan pay çıkarmak isteyen Bağdat Halifesi de  Teklenin cephede olduğu bir zamanda Xuzistan’dan destek alarak Şehré Kurd üzerine yürümüş ve  Tekle’nin kardeşini esir alarak Lahuç Kalesine götürmüştü. Fars ve Türkmenleri yenilgiye uğrattıktan sonra geri gelen Tekle, Halifeye de boyun eğdirerek kardeşini kurtardı.

Tekle-yé Hezar Hesp, siyasi yeteneği ve savaşçı gücüyle saraydaki muhaliflerini bertaraf ettiği gibi, dışardan gelen saldırıları da püskürterek devleti korumuş ve egemenliğini tüm bölgeye kabul ettirmişti.

Bir süre sorunsuz devlet yöneten Tekle, Moğol ordularının bö1geye saldırıları ile savunma durumuna geçti. Moğol ordularının komşu devletleri ele geçirmesi üstüne  egemenliğini korumak için,  politik bir manevrayla Hülagu Xan’a(Cengiz Xan’ın torunu) bağlılığını gösterdi. Ancak Bağdat’ın yakılıp yıkılması ve Halifenin öldürülmesi Tekle’yi rahatsız etmişti. Hulagü’den izin almadan Loristana dönen Tekle,  ittifakı bozduğu gerekçesiyle Moğolların hışmına uğradı.

Bunun üstüne harekete geçen Moğol / İlhanlı ordusu Fedlaviler karşısında beklemediği bir direnişle karşılaştı. Tekle’nin savaşla yakalanamayacağı anlayan Hülagu, hile yoluna başvurarak yüzüğünü Tekleye gönderip kendisini affettiğini bildirdi. Hülagu’nun yüzüğüne kanan Tekle bulunduğu kaleden çıkınca tutuklanarak Tebriz’e götürüldü. Burada Hülagu Xan tarafından sorgulanarak idam edildi. İdam edildikten sonra Hülagu’nun fermanıyla kardeşi  Şemseddin Fedlavi Hükümdar koltuğuna oturtuldu.

Şemseddin’in hükümdarlığı kısa sürdü. 15 yıl devleti yönettikten sonra yerine oğlu Yusuf Şah geçti. Hülagu’nun oğlu Abaka Xan ile ilişkisini geliştiren Yusuf Şah  Xuzistan, Kuhilveyh, Firuzan ve Cerbekan şehirlerini hakimiyetine aldı.

Yusuf Şah’ın ölmesinden  sonra oğlu Efrasiyab  babasının yerine geçti.

Efrasiyab Moğollara özenerek zulüm yapmaya başladı. Efrasiyab’ın zulmü akrabaları dahil kabilelerin ve insanların ülkeden kaçmasına sebep oldu. Bunun üstüne gidenleri geri getirmek için girişimlerde bulundu. Bu sırada Moğol / İlhanlı sultanı Ergun’un ölmesini de fırsat bilen Efrasiyab, harekete geçerek kaybedilen kaleleri geri aldı. Adına hutbe okutup bağımsızlığını ilan ettikten sonra gözünü Moğolların Merkezi Tebriz’e çevirdi.

Tebriz’i almak için yeğeni Celaleddin yönetimindeki orduyu Kererud  Kalesinin üstüne gönderen Efrasiyab, ilk savaşı kazanmıştı, ancak  yağma ve zafer kutlamalarıyla   sarhoş olan Fedlavi ordusu, toparlanıp geri gelen Moğollar karşısında büyük bir yenilgiye uğradı.

Fedlaviler’in Kererud kalesine saldırısını isyan olarak niteleyen Keyuta Xan, büyük bir ordu  ile Şehri Kurd üstüne yürüdü. Moğol idaresindeki orduda  10.000 kişilik Kurdler’den oluşan bir süvari birliği vardı.Yapılan savaşta Efrasiyab yenildi, Keyuta Han kedisiyle ittifak halindeki diğer Kurdler’in ricası üstüne Efrasiyab’ın canını bağışlayarak Loristan’ın Kerman bölgesine vali olarak atadı.

Efrasiyab Loristan’a dönünce yenilginin sorumlularını cezalandırdı. Cezalandırılanların arasında amca oğulları da vardı.

Efrasiyab’ın zalim tavrı ve Moğol-İlhanlı egemenliğine karşı sorun yaratması Garzan Han’ı kızdırdı ve bu yüzden de Efrasiyab tutuklanarak boynuna halat geçirilip öldürüldü.

Efrasiyab’ın yerine Nusreddin Melik Ehmed geçti.

Yeni hükümdar yenileme çalışmalarıyla Loristan’ı tekrar ayağa kaldırarak ülkeyi eski konumuna getirdi.

Adalet ve bilgeliğiyle 36 yıl ülkeyi yöneten Melik Ehmed ölünce yerine oğlu II.Yusuf Şah geçti.

II.Yusuf Şah, 6 yıl ülkeyi yönettikten sonra yerine oğlu Muzaffer  II.Efrasiyab geçti.

Muzaffer II.Efrasiyab ülkesini huzur ve adaletle yöneterek Moğol-İlhanlıların bölgeden silinmesini sağladı.  Ölümü üzerine  Kardeşi Péşeng Fedlavi tahta geçti.

Péşeng ile beraber Fedlaviler gerilemeye başladı.

Ondan sonra Melik Pir Ehmed tahta geçti. Pir Ehmed  tahta henüz oturmuşken doğudan Timur orduları Loristan’a girdi.

Fedlavi Devleti, Timur’un saldırısıyla  doğuda kalan topraklarını kaybetti.

Bundan sonraki süreçte başa geçen Mir Xıyaseddin amcansının oğlu Şah Hüseyin’i taht kavgasında öldürüp yerine geçti. Sarayda başlayan taht kavgası ve yönetim boşluğunu fırsat bilen Timur’un torunu Mirza-yé İbrahim ordusuyla gelerek başkenti ele geçirerek 268 yıllık Kurd Fedlavi Devletine son verdi.(1424).

(devam edecek)

Kaynak:
*E.Xemgin-Kurdistan Tarihi
*Khusrew – Kurd Devletleri

KURDİSTAN TARİHİ - Hasnaviler


KURDISTAN TARİHİ
Kurd Hasanveyh Devleti

Kurd Buveyhi Devletinin sonlarına doğru bölgede güçlenen Hasanveyhiler (Barzékani ve Iyar aşiretleri) Hemedan, Nihavend, Şehrézor, Ahvaz ve Dinaverde bağımsız bir devlet kurarak 950 – 1121 yılları arasında 171 yıl hüküm sürdüler.
Hasanveyhilerin bölgede güçlenip otorite kurması dönemin Kurd devleti Buveyhileri endişelendirmişti. Devletin sınırları içinde bir başka otoritenin ortaya çıkması siyasi kavgalarla mücadele eden Buveyhileri daha da zor duruma bırakıyordu. Bu durumu hazmedemeyen Buveyhi Devletinin hükümdarı Ruknuddevle otoriteyi sağlamak için orduyu Hasanveyhilerin üstüne gönderdi.
Hasanveyhi hanedanının başında bulunan Barzékani aşiret reisi Hısén-é Kuré Hesenveyh savaşın iki tarafın aleyhine olacağını, barışın ve karşılıklı çıkarlara dayanan bir ittifakın zor durumda olan devletin dış düşmanlara karşı güçlendireceğini ileri sürerek anlaşma teklif etti. Büyük bir savaşı kaldıracak güce sahip olmayan Buveyhiler yapılan barış ve ittifak teklifini kabul ederek savaşmaktan vazgeçti.
Barış antlaşması iki tarafı da rahatlatmıştı. Buveyhiler saray entrikalarıyla mücadeleye dönerken Hasanveyhiler kendi bölgelerinde egemenliklerini pekiştirmek ve bağımsızlıklarını ilan etmek için yoğun bir çalışma başlattılar. Kısa sürede güçlerine güç ve zenginlik katan Hasanveyhiler Buveyhilerin içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanarak bağımsızlıklarını ilan ettiler (950).
Barzékani aşiret reisi olan Hısén-é Kuré Hesenveyh bağımsızlık ilanından sonra Bésılun dağının güneyine düşen Sermac şehrine başkenti taşıyarak devleti yönetmeye başladı. Hemedan ve Şehrézor arasındaki CİBAL bölgesinde yürüttüğü çalışmalarla devletine büyük bir servet ve güç kazandırdı. Sahip olduğu zenginliğin haddi hesabı yoktu. Halkını düşünen Hısén Şah, elde ettiği zenginliği halkın yararına olan hizmetlere ve askeri harcamalara kullanarak devleti her yönüyle güçlendirdi. 980 yılına kadar iktidarını sürdüren Hısén Şah, otuz yıllık iktidarın sonunda hayata gözlerini yumarak tahtını oğlu Bedir’e bıraktı.
Yeni hükümdar babasından geri kalmayarak devletini daha da ileri götürdü ve ünü o kadar yayıldı ki, Bağdat halifesi kendisini Bağdat’a davet ederek Nasıruddevle unvanı ile ödüllendirdi. İslam halifesi tarafında onay gören Bedir Şah gücü ve zenginliğiyle bölgede saygı duyulan bir otorite olmuştu.
Bağdat halifesinden de onay alıp siyasi yönden güçlenen Bedir Şah, devletinin sınırlarını genişletmek için seferlere girişti. Bedir Şah döneminde devletin sınırları Ahvaz, Xorıstan, Beruçerd ve Esedabad bölgelerinin katılmasıyla genişledi.  İktidarının sonunda Kazcud kalesini kuşatarak uzun süre ablukaya aldı. Kuşatmanın uzaması ve yaklaşan kış mevsimi komuta kademesini endişelendirmiş ve kuşatmanın sona erdirilmesini yönünde kendisine baskı yapılmıştı. Komutanları dinlemeyen Bedir Şah kış gelmeden kaleyi almak için kuşatmayı daha da şiddetlendirdi. Kuşatma sürerken vur kaç eylemi yapan bir silahlı grup komuta çadırına arkadan saldırınca Bedir Şah öldürdü. Hükümdarın öldürülmesi üzerine ordu kuşatmayı yarıda keserek geri dönmek zorunda kaldı.
Bedir Şah öldürüldüğü zaman oğlu Hilal Bağdat zindanında kalıyordu.
Babası hayatayken sorun yaratan Hilal şah Bağdat veziri Fahrülmülk tarafından yakalanıp zindana atılmıştı.
Hesenveyh hanedanını yönetmek isteyen Bağdat yönetimi, Hilal’i zindandan çıkararak babasından  boşta kalan tahta geçmesi için destek verdi. Bu nedenle kendisi küçük bir askeri birliğin başına geçirilerek Cibal’ gönderildi.
Tahtın boşluğundan faydalanmak isteyen Hemedan valisi Şemesuddevle de devletin başına geçmek için bölge valilerine baskı yaparak Hilal’in tanınmaması için girişimlerde bulunuyordu. Bu durum üzerine Hilal kendi otoritesini sağlamak için Şemsuddevleye karşı  Bağdattan aldığı destekle ordusunu güçlendirerek  harekete geçti. İkisi arasında şiddetli bir savaş başladı. Savaş sırasında babasının akıbetine uğrayarak öldürülen Hilal henüz tahta geçmeden hayata veda etti.
Hilal’in oğlu Tahir tahta geçerek babasının başlattığı savaşı bitirmek istedi. O da savaş meydanında ölünce devleti oluşturan ikinci büyük Kurd aşireti IYARLAR yönetimi devraldı ve 130 yıl boyunca devlet yönetimi  kendilerinde kaldı.
Iyar kuré Ebul Fetih devletin başına geçerken, Hesenveyhilerin son üyesi Tahir’in oğlu II.Bedir de Dinaver ve Kermanşah bölgelerinin yöneticiliğine atandı.
Iyaroğlu Ebul Fetih Hesenveyhi ailesinden olmadığı halde tarihçiler kendisini Hesenveyhilerin devamı olarak görmektedirler. Ebul Fetih 20 yıl devleti yönettikten sonra 1011 yılında öldü. Yerine oğlu Ebul Şevq Muhammed geçti. Ancak bu hükümdar ile kardeşi taht yüzünden anlaşamadılar. Ebul Şevk ölünce yerine kardeşi Ebul Macid geçti.
Ebul Macit diplomasiye önem veriyordu. Komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurarak devleti sağlama almaya çalıştı. Selçuklu zindanında bulunan kardeşi ve diğer soydaşlarını kurtarmak için Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyle dostluk ilişkileri kurarak esir mübadelesini gerçekleştirdi. Zindandan kurtardığı kardeşini Ebul Surxab Mahki bölgesine yönetici olarak atadı. Ancak Ebul Surxab bölgede huzursuzluk yaratarak halkına  ve göçmenlere zulmetmeye başlayınca kendi kabilesi tarafından öldürüldü.
Surxab öldürülmeden önce kardeşinin oğlu Şadi yé kuré Ebul Şevq’i hapsetmişti. Öldürülmesinden sonra yerine geçen oğlu Ebul Esker, Şadi’yi serbest bıraktı. Serbest kalan Şadi tahta geçmek için Tuğrul Beyden yardım istedi. Tuğrul Beyden yardım alan Şadi başta amcası Mülhelel olmak üzere diğer hanedan üyelerinin hepsini yakalayarak zindana attı. Bir süre hükümdarlık yapan Şadi, kaybedilen Cıkıdan kalesini de geri alarak devleti yeniden güçlendirdi ve büyük bir zenginliğe sahip oldu. Devleti eski gücüne kavuşturduktan sonra 1107 yılında öldü. Yerine amcası oğlu Surxab kuré Bedir kuré Muhelhel (II) geçti.
Muhelhel’den sonra devlet siyasi çalkantılar yüzünden zayıflamaya başladı. Ebul Mansur’un başa geçmesiyle beraber dış saldırılar daha da artmıştı. Dış saldırılara ve iç kavgalarla baş edemeyen iktidar Ebul Mansur’un ölümüyle beraber dağılınca devlet otoritesi de son buldu.
Ebul Mansur Hesenveyh Devletinin son hükümdarıydı. 1121 yılında ölümü ile beraber Hesenveyh Devleti tarih sahnesinden çekildi.
(devam edecek)
Fikret YAŞAR
Kaynak:
*E.Xemgin-K.Tarihi
*Khusrew-K.Devletleri