Yönetme, sevk ve idare arzusu
avcı toplayıcı dönemden beridir toplum yaşamına yön vermektedir.
Doğal yaşamda olduğu gibi, güçlü
olanlar hiyerarşik düzende zayıfları yönetmiştir.
İnsanlık tarihinde bu hiyerarşik
düzeni sağlayan üç temel otorite mevcuttur.
Bunlar: Töre (aile), Devlet ve
Tanrı otoriteleridir.
Çoğalan nüfusla beraber kontrol
edilecek insan ve bölge artınca birey ve toplum üzerinde etkili olan otoritenin
değiştiğini görüyoruz.
J.Diamond “Tüfek, Çelik ve Mikrop” adlı eserinde devletin atasının şeflik
olduğunu belirtmektedir. Töre otoritesinde gücün artması kabile şefliğine
dönüşmüş, sonraki süreçte çoğalan nüfus-ihtiyaç,
kaynak-ihtiyaç ve teknik-ihtiyaç ilişkileriyle de halk iktidarda söz sahibi olunca
devlet ortaya çıkmıştır.
Kabile şefliği döneminden günümüz
geri kalmış baskıcı iktidarlara kadar kurumsallaşma liderin bekası üzerinden yürütülmüştür.
Lider bekası gözeten iktidarlar ‘demokratik
siyaseti’ taklit ederek toplumu bir arada tutmaya çalışırlar. Yakın zamanda bu
anlayışla hareket edip, “ demokrasi bizi amacımıza taşıyan bir trendir, durağa
geldiğimizde inmesini biliriz…” diyen liderler ortaya çıktı.
Günümüz toplumları ‘tanrı
hükümdarları’ iktidardan uzaklaştırmış olabilir, ancak devleti kötüye kullananları
ortadan kaldıramamıştır. Gücünü halktan aldığı halde tanrı kral rolüne soyunarak
devlet idare eden bazı liderler iktidarlarını sürdürebilmek için yandaş dediği belli
bir azınlığa imtiyazlar sağlarlar. İmtiyaz sağlanan kesim iktidara süreklilik
kazandıracak yandaş sermayedir. Halktan
alınan güç ve hükumet erkiyle takas aracı olan para basılır, basılan para bankaların
hizmetine sunulur, akabinde bankalar bu paralarla halkı sömürür.
Demek ki halkın gücü, halkın iktidarı
anlamına gelmiyor, Halkın iktidarı refah, eşitlik ve barış gibi toplumsal
arzuların gerçekleşmesiyle mümkündür. Ama ne üzücüdür ki İslam coğrafyasında bu
böyle yürümüyor. Din ya da demokratik söylem ve göstermelik seçimlerle halktan
alınan yetki kötüye kullanılarak halk kötü yönetim ya da diktatörlük rejimiyle karşı karşıya bırakılıyor.
İnanç hipnozuna giren toplum kendi kendisini yönettiğini sanırken yönetim
mekanizmalarının ayrıcalıklı kesimleri tarafından kandırıldıklarının farkına
varamıyorlar.
Dünün kabile toplumunda tanrı
kral otoritesiyle insanları sömürmek yeterliyken bugün tanrı+devlet +kral otoritesi
ile halk daha kolay sömürülebilmektedir.
Dünden bugüne kötü lider
örneklerini sıralamak gerekirse eğer, ilk akla gelenler Mussolini, Hitler, Stalin, Saddam ve ardıllarıdır. Bunların kendi
standartları doğrultusunda açık vizyonları vardı.
Sosyalist ideolojiyi terk edip
milliyetçiliğe sarılan ve ilk faşist ideolojiyi yaratarak muhaliflerini kurduğu
“kara gömlekliler” silahlı gücüyle bertaraf eden B.Mussolini’nin vizyonu; Milliyetçilikle tek ırk temeline dayanan
güçlü bir İtalya yaratmaktı.
Birinci Dünya Savaşı’nda
kahramanlık madalyası alan ve muhaliflerini kurduğu kahverengi gömlekliler
silahlı gücüyle bertaraf eden A.Hitler’in
vizyonu; Tek ırk temeline dayalı bir Almanya ve Alman ırkının üstünlüğünü
dünyaya kanıtlamaktı.
Bazı kaynaklara göre yirmi,
bazılarına göre kırk milyon kişinin ölümüne onay veren J.Stalin’in vizyonu; Sosyalist
ideoloji çerçevesinde insanları tek tipleştirerek sosyalizmi dünyaya egemen kılmaktı.
Enfal kırımı ile iki yüz binin üzerinde Kürt nüfusunu kimyasal silahlarla yok eden H.Saddam’ın vizyonu ise; Petrol gelirlerini artırarak tek tip Arap
yaratmaktı.
Dört lider insanları ortak bir
amaç doğrultusunda harekete geçirmek için şiddet-korku faktörünü kullandılar. Dördü
de, saldırgan, sadist, narsist ve evrensel ahlaki değerlerden yoksun
insanlardı. Bu sebeple sahip oldukları güç, kendileriyle beraber toplumu/ülkelerini
de felakete sürükledi.
Diktatörlüklerden kaynaklı
dramların bir kısmı yakın coğrafyamızda, hatta içinde bulunduğumuz topraklarda
yaşandı. Bunlar; Osmanlının sonuyla
beraber yaşanan Rum, Süryani, Ermeni, Laz, Kürd ve diğer halkların uğradığı
kırımlardı. Sebebi de paranoyak liderlikti, yani “diktatörlük”.
“Kötü Liderlik” eserinin yazarı Barbara Kellenman’ın ;“Amerika,
Çin ve hatta Türkiye gibi ülkelerde, kötü liderlik örneklerinin çoğunlukta olduğu
bir gerçektir” demesi, dikkat çekicidir.
Kellerman:” Kötü liderlik tek
başına oluşacak bir kavram değil, çünkü onu izleyen takipçiler olmadığı sürece
kötü liderliğin yaşaması da mümkün değildir.” Diyor.
Bir başka düşünür E. Burke : “İblisin zaferi için gereken tek şey iyi insanların hiçbir şey
yapmamasıdır.” Der.
Kellerman konuyu kategorize ediyor ve birinci sıraya seyircileri koyuyor:
1-Seyircileri; Karşı çıkmanın bedelinin çok daha ağır olacağını
düşünenlerdir.
2-Yandaşlar; Onlardan öyle davranmaları istendiği için uyanlar ve kötülükleri
yapanlardır.
3-Şeytani Liderler; Bu kötülükleri bilerek ve isteyerek yapanlardır.
J. Ciulla, liderlikle etik arasındaki ilişkiyi incelerken, konuyu
ahlaki, manevi ve amaçla ilişkilendiriyor.
Machiavelli ise farklı bir perspektiften bakar: “ …Bir tek kötü lider
vardır o da zayıf liderdir. Zulmün akıllıca kullanımı, liderin en büyük
silahıdır. Yöneticinin birinci sorumluluğu düzeni sağlamaktır, bunun için lider
zalim olmalıdır…” der.
Lider kültü yaratıp her yaptığına
keramet yüklemek yerine, demokrasileri gelişmiş batı toplumları gibi doğru ve eleştirisel
bir yaklaşımla yanlışların olabileceğini kabullenmeli, lider eleştirmeyi tabu
olmaktan çıkarıp, eleştiri yapanların yazdıkları ve söylediklerindeki doğruluk
payını görmeliyiz Bu toplumsal sorumluluk bilincinin gereğidir. Unutmamak gerekir
ki toplumu ve insanları geliştiren sorumluluk bilincidir. Sorgulama, araştırma ve eleştiri bunu
mümkün kılar ve üstlerin astlara yetki ve sorumluluk göçertmediği, tüm
yetkilerin (basın, yasama, yargı ve yürütme) tek elde bulundurulduğu düzende huzur mümkün
değildir. Tüm yetkileri elinde tutan liderler despottur, astların
potansiyellerini ortaya koymalarına imkân vermez, dolayısıyla astlar yürütmede karar
verici değil, “evet efendimci” olurlar.
Yukarıda isimleri verilen
liderler tümü despottu.
Ortak paydaları; Tek tipleştirme
ve başarısızlık karşısında kaos yaratarak savaş naraları atmaktı.
Sosyo-ekonomik baskıyla
karşılaştıklarında sürü psikozuna soktukları toplumu maceralarına ortak ederek toplumu
savaşa sürüklediler.
Çünkü savaş iktidarlarına kan
taşıyordu.
Peki insanlar neden bu tür
liderlerin peşinden koştu ya da koşar?
Freud’a göre durum, kendine yetmezliktir, despot baba özlemidir,
bir bakıma da cellat seviciliktir.
Fikret YAŞAR