kurdistan tarihi, felsefe, din,

19 Eylül 2016 Pazartesi

Devlet ve Örgüt Vesayetçiliğ !



Merkezi yönetimin yasal düzenlemelerle yerel yönetimleri idari yönden denetlemesi anlamında olsa bile, pratikte -teori ve pratiğin uyuşmadığı toplumlarda- bir kesimin toplumun ihtiyaçlarına rağmen sistemi tekeline alarak, vasi psikozunda yönettiği düzendir.
Bu düzende siyasi inisiyatif sınırlandırılmıştır, çünkü, sistemin denetim mekanizması ve siyasi kararlar daha önceden resmi ideolojiyle belirlenmiştir. Koruma altına alınan ve değiştirilmesi istenmeyen bu tür düzenlerle ilgili genel kanı, soft örfi idare olduğu yönündedir. Her ne kadar silahlı güç ile forse edilse bile sonuçta bu sistem seçkinlerce idare edilir.  Daha çok geri kalmış ülkelerde görülen bu sistemde rol alan aktörler, din kurumu, ordu, örgüt, parti, işçi sınıfı ve sermayenin seçkinleridir.
Bunlara göre toplum potansiyel tehditler taşır ve bu nedenle de kontrol altına alınmalıdır. Çünkü her şeyin doğrusunu onlar-seçkinler bilir. Dolayısıyla esas sorun sürü diye tabir ettikleri toplumun bizzat kendisidir. Çünkü toplum, doğru ve yanlışı ayırt edemez, toplum, sisteme uyum sağlamayan sürüden ibarettir ve süreç içinde her şey yozlaştığı için, arada bir toplum üzerinde geriye dönük güncellemeler de yapılmalıdır.  
27 Şubat darbesinde G.K. 2.Başkanı Çevik Bir'in : “1930 sonrası tüm toplumsal gelişmeler bir sapmadır, bir biçimde düzeltilecek ve toplum aslına döndürülecektir” sözü de bu mantığın ürünüdür. Ayrıca,  seçkinler kendilerini yasaların üstünde gördüğü için, yasalar onları bağlamaz ve uyması gereken kesim yine halktır.  Nitekim Kemalistler bu anlayışla ordu, yargı, eğitim ve basın-yayım kurum ve kuruluşlarını  baskı altına alarak seksen küsur yıl ülkeyi vesayetle yönettiler. 
AKP iktidarına kadar siviller pasif, askerler ise aktif role sahipti. Sivillerin yönettiği kurumlar baskı ve kontrolle yönlendiriliyordu. Birincil görevleri de toplumsal iradeyi ipotek altına almak ve bunun denetimini sağlamaktı. Bu nedenle güvenlik, adalet, eğitim, siyaset ve basın-yayım gibi potansiyel imkanları sağlayan kurum ve kuruluşlar aynı yöntemle AKP'liler tarafından denetim altına alınarak üzerinden meşruiyet arandı ya da sağlandı.
Vesayeti devralan AKP, söz konusu kurumları revizyona tabi tutarak gerçekleştirilmesini istediği dinci rejimin temellerini atarken, değişim kodlarının güvenlik ve demokrasiyi geliştirmeye yönelik olduğunu da savundu. Ancak süreç bunun doğru olmadığını gösterdi. Askeri vesayete son verirken dile doladıkları güvensizliği bizzat kendileri yarattı. IŞID, FETO ve ERGENEKON örgütleriyle kurdukları ittifaklar ve bunun sonucu Kürdlere karşı yürüttükleri top yekun savaşla hem içerde hem de dışarıda savaş korkusunu tetikleyerek tüm zamanların en büyük güvensizliğini yarattı.
Sonuç: Ordudan vesayeti devralan vesayetçi AKP'nin amacına ulaşmak için, yarattığı korku ve tabu iklimiyle etnik ve sınıfsal mücadeleyi körükleyerek İslami devrimi hızlandırmaya çalıştığı görülmektedir!
İdeolojik devrimler, büyük savaşlar ve kaotik ortamlardan doğar.
Sormak gerek!
Resmi ideolojiyle yönetilen bir ülkede toplumsal yaşamı ipotek altına alan  vesayetçi anlayış devrim yapabilir veya bir devrime sebep olabilir mi?
Mümkündür, zira darbe bahanesiyle mağdur edilen kesimlerle beraber (!)  AKP'nin zorunlu ittifakla iktidarı paylaştığı Ergenekoncuların (!) süreç içinde karşı reaksiyona geçebileceği ihtimali iç savaş veya bir devrimin mümkün olabileceğini göstermektedir...

Örgüt içi vesayet !
Devlet içindeki idari vesayeti makro, parti ya da örgüt içi vesayeti mide um,  aşiret, grup ve aile içi vesayetçiliği de mikro vesayetçilik, diye tanımlayabiliriz. 
Devlet içi idari vesayet kadar örgüt veya parti içi vesayet de ciddi sorunlara ve toplumsal huzursuzluğa sebep olabilir.  Özellikle örgüt veya parti vesayeti lider kültüne dayanıyorsa hipnotik etki kitleleri amacından saptırarak karşıtına dönüştürebilir. Bu da toplumsal gelişme için hayal kırıklığı yaratır. Oysa örgüt veya partiler toplumsal hayatı ipotek altına alan idari vesayeti bertaraf etmek ve alternatif iktidar kurmak amacıyla kurulmuşlardır.
İki ucu kirli sistem!
Vesayetçiliğin hakim olduğu devlet ve örgütler toplumun zafiyetleri üzerinde güç devşirerek varlığını sürdürürler. Bundandır ki, bu tür sistemlerle yüz yüze kalan halk kendi taleplerini değil, bağımlı olduğu seçkinler ya da liderlerin taleplerini esas alırlar. Bunun yansımasını Türk ve Kürd toplumunda görmek mümkündür.
Örneğin: Türk toplumu bu etkiden olsa gerek demokrasi yerine ulrta milliyetçilik ve bunun dayandığı tekçi devleti, Kürdler ise bağımsızlık ve devlet olmak yerine, devşirilmiş demokrasiyi talep ediyorlar.
İlginç olan; Vesayetçilerin demokrasiyi amaç değil, araç olarak gördüğüdür.
Seçkinlerin demokratik söylemler eşliğinde ekonomik kriz, sınıf ve etnik çatışmalar ve siyasetin kodlarını değiştirerek vesayet düzeni sağladıkları anlaşılır ve bu farkındalık yakalanırsa  eğer, siyasetin kodları da değişir. Ancak  çelişkiler, cehalet ve bölünmüşlük gibi toplumsal zafiyetlerin hakim olduğu bu coğrafyada bu da mümkün görünmüyor.
Bunun içindir ki,  her lider zafiyetlerimiz oranında vesayetçi, gücü oranında da vasimiz oluyor.



Fikret YAŞAR