kurdistan tarihi, felsefe, din,

23 Ekim 2012 Salı

ANADİLDE SAVUNMA HAKKI










"...Birine ait bir yere gireceksin, var olan her şeye el koyacaksın, bu yetmezmiş gibi, ondan senin gibi düşünmesini, senin gibi hissetmesini, senin gibi davranmasını bekleyeceksin. Kendisi adına düşünmesine gerek olmadığını, hayata dair verdiğin "reçeteleri" kullanmasını isteyeceksin ve bütün bunlar olmayınca da onu suçlayacaksın, anlamadığı bir dilde yargılayacaksın, hakaret edeceksin, haksızlık yapacaksın ve sonra da sana güvenmesini, inanmasını bekleyeceksin. Ardından "benim kardeşim, vatandaşım" bilmem ne …diye uyutacaksın..!"  ( Ş.Kaplan)

İnsan ancak özgürlük ortamında insani özelliklerini sergileyebilir.
Yani, her türlü kültürel gelişme –ancak- siyasi baskının uzak olduğu özgürlük iklimde ortaya çıkar. 
Özgürlük ikliminde ortaya çıkan öz güven kişiliğin gelişimini sağlayarak duygu ve düşüncede gelişmeye yol açar ve nihayetinde insanı insan yapar.
Despot sistemler baskı ve zulüm uygulayarak özgürlük ortamını tahrip ederken esas amaçları bireyi insani yeteneğinden, öz güvenden koparıp güdülebilecek sürü haline sokmak ve köleleştirmektir. Bunun için ilk önce dil, kültür ve kimlik değerleri yok edilir, sonrasında da devşirme bir kimlik dayatılır.  
Bin yıldan beridir Mezopotamya toprakları dışarıdan gelen istilacı güçler tarafından bu şekilde değişime zorlanmıştır. 
Önce Araplar din-ümmet kardeşliği dedi, sonrasında da ümmet kılıcını Araplardan devralan Türkler aynı hikaye ile köleliği dayattı. 
Köleliğe karşı direnen Kurdler, doksan yıldır TC’nin kötü muamele, inkâr ve soykırımından kurtulamadılar.
Bu süreç içinde farklılıkları potasında eritmeye çalışan TC, Kurdler'in yanı sıra diğer Anadolu halklarına ait değerleri de Türkleştirme yoluna başvurdu, yer isimleri Türkleştirildi, tarihi şahsiyetler Türk olarak tanıtıldı, binlerce yıllık geçmişi olan değerler yeni Türk kimliğine kurban edilerek beyinlere format çekildi.
Ama onca kötü muameleye rağmen Kurd ve Kurdistan'ın yok edilemeyeceği de anlaşıldı.
Anlaşıldı, ancak sistem bu sefer de yargıyı kullanarak uzatmaları oynuyor. 
Uyanışı yavaşlatmak ve devam eden asimilasyonun biraz daha derinliğine işlemesini sağlamak için yasaklar ve güvenlikçi tedbirlere ek olarak yargının gücünden faydalanmak istiyor. 
Aynı fikirde misiniz bilmiyorum, ama bana kalırsa sistem tüm baskı ve uygulamalarıyla toplumu dürterek devrime hizmet ediyor !
Yani, zindanlar, işkenceler ve yasaklamalar karşı tepkiyle devrim rüzgârını arkasına alarak büyümektedir, demek istiyorum
Çünkü kendimden biliyorum ..!
Diyarbakır Zindanına düştüğüm 1982 yılının bahar aylarında,  gördüğüm ve şahit olduğum kötü muamele karşısında şarj olmuş ve taraf olmayı öğrenmiştim. O dönemde benim gibi niceleri zindanlarda yakılan devrim ateşiyle aydınlanarak taraf oldular.
Yine o dönemde anadilde savunma hakkını talep edecek takatimiz yoktu belki, ama içimizden geçmiyor değildi. Üstelik ırkçı sistemin faşizan uygulamaları yetmiyormuş gibi Kurdi konuşmalarımıza karşılık Türk solundan  “ şovenist olmayın…” gibi tepkiler de alıyorduk. Ancak köprünün altından çok sular geçti. Gelinen süreçte gelişen siyasi mücadele ve kişilikle hareket eden Kurdler bugün ulusal haklarının yanı sıra anadilde savunma hakkını kullanmaya her zamankinden daha kararlı bir duruş sergilemektedirler. 
Dün zindanlarda bilendik, bugün dağlarda ve düz ovalarda bilenmeye devam etmekteyiz.
 Bilendik, ama bazen de gaza geldik…
Gazımızı almaya yönelik sarf edilen, ‘ …dağdan insin, düz ovada siyaset yapsınlar…’ önerisini tedbirsizce ciddiye alınınca tökezledik. Bu nedenle de KCK adı altında yürütülen siyasi soykırım operasyonları sonucunda binlerce Kurd gözaltına alınarak tutuklandı ve Türkçe biliyor diye ‘anadilde savunma hakkı’ mahkeme tarafından ret edildi. 
Şaka değildi, gerekçe; ‘ Türkçeyi çok iyi biliyorlar da bu yüzden kendilerini Türkçe savunmaları gerekiyor…’ yönündeydi.  
Doğrudur, Türkçeyi çok iyi biliyoruz,  ancak Türkçü eğitim sürecinden geçen Kurdler'in hepsi mutasyona uğramadı ki teslimiyet göstersin. Yani bir kısmı devşirme kimliği özümsemedi, ya da yutmadı. Bundan böyle de, ne ümmet kardeşliği, ne de halkların kardeşliği hikâyelerini yutmayacak ve bununla mayışmayacağız.
Artık kuralları biz koyacağız!
Bilinsin ki, Kurdler, örgütlü bir kampanya çerçevesinde ulusal haklarını sonuna kadar savunacak ve anadilde savunmak hakkından vaz geçmeyeceklerdir. Ve bilinmelidir ki, bize reva görülen kötü muameleyle kötü olmayacağız, aksine tüm dünyayla barışık, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir halk olarak varlığımızı kabul ettirmeye çalışırken evrensel hukuk normlarına dikkat edeceğiz.
Evrensel hukuka göre, ana dilde savunma hakkı kişinin en tabii hakkıdır. Kaldı ki, Lozan Antlaşmasının  39/5. maddesinde "Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıkların sağlanacağı" belirtilmiştir.
Yine Lozan Antlaşmasında  “Türkçeden başka dil konuşanlar” ifadesinden sadece gayrimüslim azınlıklar değil, anadili Türkçe olmayan diğer Türk uyrukları anlaşılmaktadır. Bu madde ile farklı dillere mensup vatandaşlara pozitif hak tanındığı ve farklı olarak kendi dillerini mahkemelerde kullanabilmeleri için kolaylık sağladığına dair yükümlülük getirildiği anlaşılmaktadır. 
Dolayısıyla Lozan Antlaşması, yapısı gereği bir iç hukuk normu vasfındadır ve aynı zamanda insan haklarına dair resmi bir belgedir. Bu, kişilerin kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri dilde kendilerini savunabilmeleri anlamına gelir. 
Ancak Türkiye'de realite farklıdır!
Türk yargısı Kurdler söz konusu olunca hukuki değil, siyasi karar alma ihtiyacı hissettiğinden anadilde savunma hakkını ret etmektedir. Bu da savunma hakkının kısıtlanması ve adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelir.
Sanık sandalyesine oturtulan Kurdler adi bir suçtan yargılanmış olsalardı eğer, Türkçe biliyor olsalar dahi anadil ile savunma talepleri ret mi edilecekti..? 
Sanmıyorum..!
Anayasada tüm sanıkların yargı önünde eşit muamele görme hakkına sahip olduğu ve bu hakkın güvence altına alındığı bilindiği halde siyasi yargı tırşıkçılık yapıyor...

Kısacası, Türkiye demokratik bir ülke olacaksa eğer, yargısı evrensel hukuktan güç almalıdır.
Aksi takdirde; 
1- Avrupa insan hakları mahkemesi Türkiye'de yaşayan halkın bir bölümünün anadiliyle mahkemelerde savunma hakkının devlet tarafından kısıtlanması sebebiyle Türkiye'yi ırkçılıkla suçlayabilir.
2-Türkiye'nin Suriye'deki insan hakları ihlallerine karıştığı gibi,  başka ülkeler de  ' anadilde savunma hakkı yasaklanıyor ' diye ülkedeki hak ihlallerine karışabilir!
Sonuç; Kurd halkının oylarıyla seçilmiş belediye başkanları,  avukatlar, aydınlar, gazeteciler ve milli değerlerine sahip çıkan tüm Kurdleri zindanlara tıkayarak, üstelik anadilde savunma haklarını yasaklayarak Kurd / Kurdistan sorunu çözülemez. 
Ya nasıl olacak?
Sayın Ahmet ALTAN’IN  “ ATAKÜRT ” isimli makalesinde yazdığı gibi biraz empati yaparak çözüme odaklanmak gerek…

Fikret YAŞAR  - GEWERİ