Orta Asyadan Mezopotamyaya gelen barbar kavimler İslam’ın
cihad prensibini fetihçi ruhlarıyla sentezleyince Müslümanlığın ganimet
olduğunun farkına varıp din değiştirdiler.
Geldikleri dönemde Araplar
ve Kurdler bu savaşçı şedit unsurlara ordularında paralı askerlik
yaptırıyordu. Askeri gücü elinde buludurmaları onları bölgenin hakimiyetine
taşıdı.
Selçuklu imparatorluğu bu unsurlar tarafından kuruldu, ancak
devlet yönetme yetenekleri olmadığı için imparatorluğun resmi dili Farsça, –hükümdar ve ordu hariç- yöneticileri de
Kurd, Fars ve Araplardan oluşuyordu.
İmparatorluk zayıflayınca Selçuklular devletçiklere bölünmüştü. Bu devletçikler Atabegler dönemi
olarak bilinir. Bunlar, Kurd, Arap ve Turkmenlerin oluşturduğu bölgesel
devletlerdi. Yani, Atabegler bir nevi
yöresel gemenlik elde eden ve sultan ünvanı olmayan ve siyaseten halifeye bağlı
olan hanedanlardı.
Aradan neredeyse bin yıl geçti. Değişen dünya, zaman ve şartlar istilacıların
aleyhine döndü, bu yüzden de talancılar gasp ettikleri bin yıllık kazanımları
kaybetmemek için değişmediklerini gösterir gibi her geçen gün zalim yüzlerini
biraz daha açığa vuruyorlar.
Sinopta sergilenen barbarlık bunun bir örneğiydi, bin yıl
öncesinde Mezopotamyayı talan eden barbar ruh dün Sinopta, bugün Ağrı ve
Hatayda ortaya çıkarak korku salmaya çalışmıştır.
ATABEGLER
Orta Asyadan batıya göçler başlayınca bugünki Kafkasya,
İran, Irak ve Anadoluda pek çok Kurd devleti kurulmuştu. Bu devletleri kuran
aşiretler kendi adlarıyla anılıyor ve egemenlikleri altındaki Kurd
aşiretlerinden güç alıyorlardı. Ancak, aşiretler arası çekişmeler ve dağınıklık
zaman zaman iç savaşlara ve zayıflamalarına neden oluyordu.
Öteden beri batıya doğru ilerlemek isteyen orta Asya’nın
bozkır kavimleri bölgede kurulan, Med, Pers ve Sasani gibi büyük devletlerin
sınırlarını aşamıyorlardı, ama İslamiyet döneminde paralı askerlik yapmak için
geldikleri Kurdistanda hanedanları koruyucu güc durumuna gelerek inisiyatif ve
güç sahibi oldular. Yeterli güce sahip olduklarını fark edince de otoriteleri
zayıflayan Kurd Bebeylerini tahttan indirip egemenlik kurmak zor gelmemişti
turklere.
İlk darbe Kurdistanın kapısı sayılan Horasandan başlatılmıştı.
Ve o dönemde Horasan bölgesinde kurulan
GOR Devletinde orduda bulunan Turk
askerler ırkdaşları olan Oğuz saldırısı karşısında saf değiştirince Gorlar yenilgiye uğradı ve hükümdarları şah Cihansuz
esir düştü. Esir bulunduğu kaleden kaçan Cihansuz geri geldikten sonra Murgap
vadisi ve Turk kalelerine seferler düzenleyerek topraklarını geri aldı. Cihansız’dan sonra tahta geçen Kurd Gor
hükümdarları bölgede pek çok savaşlara giriştiler. Yendiler, yenildiler ama Turk göçüne engel olamadılar.
Bölgeye yerleşen Selçuklular/Turkler 1039 yılında batıya
açılan yolda kendilerine engel gördükleri Kurd Büveyhilerin üstüne yürüyerek batıya giden yolu açmak istediler.
Dandanakan denilen yerde yapılan savaşta Buveyhiler yenildi ve bu savaşla
beraber bölgenin güç dengeleri değişmeye
başladı. Bu durum Azerbeycan
Kurdlerini harekete geçirdi. Mehlan’ın
oğlu Vehsézan yönetiminde birleşen Kurdler Selçuklulara saldırarak akınlarını
bir süreliğine geri püskürttü, ancak orta Asyadan durmadan devam eden
göçler turkmen nüfusun çoğalmasına ve
güç dengelerinin turkler lehine dönmesine sebep oluyordu. Göçlerle güç kazanan
Selçuklular 1041 yılında Bubevyhilerle
tekrar savaştılar, yaptıkları savaşı kazanan Selçuklular İran topraklarını aşıp
Mezopotamya’ya doğru ilerlediler ve
Tuğrul Bey komutasındaki ordu
1055 yılında Bağdat’a girdi.
Halifeyi etkisine alan Selçuklular, din adına hareket ederek Mezopotamya’da şii ve sünni Kurdlere
karşı fetihlere giriştiler. Diyarbakır ve çevrelerine saldırılar düzenledi. Bu
saldırılarla amacına ulaşmayan talacılar Pişabur ve Hüzeyniyeyi yağmaladılar.
Bir süre sonra Kurd Mervani Devletinin içinde bulunduğu siyasi kriz halifenin de araya girmesiyle
beraber sünni Kurdlerle ittifaka dönüştü
ve bu ittifakla bölgede bulunan Bizans ordusu Alpaslan komutasındaki karma
orduyla yenilgiye uğratıldı. Bizansa karşı kazanılan zafer Selçukluların bölgede başına buyurk
davranmasına sebep olmuştu. Bu durum karşısında otoriteleri sarsılan
Mervaniler, 1087 yılında Fahruddevle
Muhammed yönetimindeki bir orduyla harekete geçerek tekrar ototrite sağlamak
istediyse de başarı sağlayamadı. Yapılan savaşta Mervanilerin yenilmesiyle
beraber Anadolu’nun kapıları tümden
istilacılara açılmış ve sonrasındaki bin yıllık süreç yerli halkların
kıyımına sahne olmuştu...
Selçuklular bir süre Anadoluda egemenliklerine devam etti.
1092 yılında Alpaslanın oğlu Melik Şah ölünce
imparatorluk bölünerek küçük devletçikler haline geldi.Bu dönem
Atabegler dönemi olarak bilinir. Atabegler bir nevi bölgesel gemenlik elde eden
ve sultan ünvanı olmayan, siyaseten halifeye bağlı olan hanedanlardı. Bu
dönemde pek çok Kurd Atabeg / Kurd Devleti de hüküm sürdü.
Selçuklular döneminde varlığını devam ettiren Kurd Atabegler
olduğu gibi, Kurd Şeddadi Devleti, Kurd Padusan Devleti, Kurd Alamut Devleti,
Kurd Hasanveyh Devleti ve Kurd Ermanşahlar Devlet sünni ittifak içinde 100-200 yıl varlıklarını sürdüebildiler.
Bunlardan en uzun yaşayanı Ahlat’taki Ermanşahlar Devletidir. Selmané Kutbi tarafından kurulan Ermanşahlar
Devleti 1207 yılına kadar egemenliğini
sürdürdüyse de Kurd Eyyubi Devletinin
kurulmasıyla beraber ortadan
kayboldu.
Kurdistan büyük bir coğrafyaydı ve kontrolü zordu, yabancı
istilacılara karşı sürekli isyan ve savaş halinde direnen Kurdler bir çok
yerde egemenlik kurdukları gibi, zaman
zaman da mezhep ayrılığından dolayı da pek çok isyan girişiminde bulunmuşlardı.
Özellikle Şii ve Alevi Kurdler sünni
Selçuklulara karşı sürekli isyan halindeydiler.
Selçukluların zulmüne karşı Anadolu’da ilk isyan ateşini
yakan Bab İshaktı. Bab İshak, Horasan’dan Anadolu’ya gelen dervişlerdendi. O da
Mevlana Celalad-i Rumi gibi Kurd’tü. Ancak Bab İshak derviş olduğu kadar
kavmiyetçiydi, çünkü Allah’ın verdiği kavmiyet ve toprak hakkı zalimler
tarafından talana uğramış, zulüm görmüştü. Bu uğurda savaşmanın cihad olduğunu
ileri sürerek , Selçukluların mezhepçi
zulmüne karşı harekete geçip, Babailik tarikatını kurdu. Tüm insanların
doğuştan eşit olduğunu, fakat bir avuç egemenin saltanat uğruna halkın malına
ve canına kast ettiğini, bunun dine aykırı ve Allah katında herkesin eşit
olduğunu, bu nedenle kimsenin kimseyi din adına sömüremeyeceği yönünde
propaganda yaparak haksızlığa uğrayanları etrafına topladı. Kısa zamanda Bab
İshak orta Anadolu’da yaşayan Alevi Kurdleri
Selçuklu yönetimine karşı harekete geçirmeyi başardı ve isyan ateşini
yaktı (1239).
Fırat havzasında elli bin Alevi Kurdü harekete
geçirerek Malatya, Sivas, Tokat ve
Amasyayı ele geçirdi. Ancak isyan
yayılırken Selçuklular Amasya’da bulunan Baba İshakı öldürdü. Bu haber üstüne
şehre giren isyan ordusu Selçuklu
kumanadanı ve taraftarlarını kılıçtan geçirdiler. Anadolu’ya yayılan ve
gittikçe büyüyen isyan Selçuklu sultanı II. Keyhusrevi endişelendirmişti.
İsyanı bastırmak için hakimiyetindeki Hiristiyan güçlerin
desteğine başvurdu, hiristiyan Rum, Ermeni, Laz ve sünni müslümanlardan
oluşturduğu orduyu isyancıların üstüne gönderdi. 1237- 1245 tarihleri arasında cereyan eden bu
isyan iki ordunun Amasya civarında savaşmasıyla son buldu. Alevi Kurdler Selçukluların bir araya getirdiği Rum,
Ermeni, Laz ve diğer halkların karşısında yenilgiye uğramıştı, ama sadece
Kurdler değildi yenilen, aynı zamanda Rumlar, Ermeniler ve Lazlar’da
yenilmişti, çünkü bu yenilgiyle onlar da
–karanlık- geleceklerini turklere emanet etmişlerdi !
Rum’u, Ermeniyi, Lazı ve diğer azınlıkları Kurde karşı
harekete geçiren zihniyet dün de
Sinopta, Ağrıda ve Hatayda nöbetteydi ve
Kurdlere “ Bu çiftlik bizim” mesajını verdi.
Dünün istilacılarına dini öğretemeye çalışan Kurdler, bugün de demokrasiyi öğretmeye çalışıyorlar.
Dini fetihçilik temelinde katleden anlayış demokrasiyi de aynı amaç için
katleder. Bu saatten sonra istilacıları ne din ne de demokrasi adam eder,
dolayısıyla Kurdler işgalcilerine demokrasiyi öğreteceklerine öncelikle Kurd
ailelerini türklük özentisinden kurtaracak çözümler üretmeleri daha elzem değil
mi? Gelecek nesillere iyi bir miras bırakmak istiyorlarsa eğer, ceberrut uniter
Kemalist sisteme entegrasyon yerine, Kurdiyata sahip çıkıp kendi kendini
yönetebilecekleri bir statü doğrultusunda
irade beyan etmeleri daha doğru olur.
Mağdur edilen Anadolu halklarından -özellikle- milli
hasletlerini tamamen yitirmiş Lazlardan bir yardım beklemek hayaldir, çünkü
onlar kayıp medeniyetlerin bir halkası oldular. Kurdlerse -düne (!)
kadar-iradesi teslim alınmış Öcalan’ın
iki dudağı arasından çıkacak söylemlere mecbur kalmışlardı.
Ancak, Öcalan kardeşiyle yaptığı son görüşmede papağan
psikozu içindeki Kurd siyasetçilere “kral çıplaktır” dercesine : “ ...bu işi
benim boynuma bırakmayın...” diyerek, çözüm
için taktik değiştirilmesi gerektiğine
dikkat çekerek kendisine yuklenen role itiraz etmiştir.
Tutuklandığı günden bu yana okuması, duyması ve söylemsi
gereken her şey sistemin iznine bağlanmıştı. Yıllardır ne kadar solcu veya ne
kadar cemaatçı olmamızın ayarını veren ırkçı sistem, Öcalan’a da sürekli ayar
vermiştir. Kendisine okuması için
verilen kitaplar ve direktifler Kurdlerin demokratik bir yapı içinde sisteme
entegrasyonunu kapsadığı için Öcalan’ın da bu yönde düşünmesi isteniyordu.
Nitekim “ demokratik özerklik projesi’ de bu sürecin ve dayatmanın sonucu
olarak ortaya çıkmıştır. Öcalan: “ demokratik özerkliği tartışılsın diye ileri
sürdüm, ...” dediğinde de bu gerçeğe işaret ediyordu. Ancak, ne hikmetse
papağan psikozuna yakalanan Kurdler işin
kolayına kaçarak –bugüne kadar- Öcalan’ın iki dudağı arasından çıkacak
söylemlere göre taklid-i siyaset yapıyorlardı.
Umarız ki bundan böyle kendi özgür irade ve özgün düşünceleriyle
politika yaparlar.
Öcalan değişmeye başlamışsa ve çözümün adresi sivil iradedir
diyorsa, Kurd aydını ve siyasetçisi de sömürgeci tayfalarının entegrasyonik
çözümlerini (!) ellerinin tersiyle çevirip, özgür iradeleriyle özgün çözümlere
odaklanmalıdır.
Çünkü, sistemin yarattığı putlar er-geç devrilecektir,
demokratik sistem içinde iyi vatandaş gibi özgür yaşamak yetmez bize, kendi toprağımızda
kendimizi yönetmek de istiyoruz. Bunun için entegrasyoncu Kemalist söylem ve
yapılanmalardan uzak durmalıyız. Aksi taktirde
ya cemaatçıların “ümmet birliği” yalanı, ya da Kemalist solcuların
“halkların kardeşliği “ yalanlarıyla geleceğimiz ipotek altına alınacaktır.
Fikret YAŞAR
Kaynak:
E.Xemgin-Kurdistan Tarih