“ Düşünüyorum, öyleyse vurun..!”
Sosyal medyada legal Kürd siyasetine yönelik eleştirisel
paylaşımlarımdan dolayı tepkiler alıyor hatta kimi zaman da, “ hoca cahil biri
size zarar verebilir!” uyarısıyla da karşılaşıyorum.
Yarım asırdır yürütülen bir mücadelenin ters yüz edilerek turki tezlerle
yürütülmesini içime sindiremedim bir türlü…
Bunca bedel boşuna mıydı?
‘Misak-ı milli’,
‘türk islam kardeşliği’, Kurdistan’da çizilen sömürgeci sınırların
değişmezliği, ortak vatan paydasında buluşmak ve devlet istemezlik tezlerinin
türki olduğunu, Kürd ve Kürdistan’a
statüsüzlük ve uşaklıktan başka bir şey vermeyeceğini düşünüyor, düşünüyor ama
içinden çıkamıyorum, nereden bakarsan bak, anti Kürd bir plan ..!
Diplomasiyle alakası yok yani..!
Diplomasiyle alakası yok yani..!
Ulusal değerleri ve programı terk edip egemenin tezlerine
sarılmak ihanet mi, siyaset mi bilemiyorum, 3-4 milyon insan bu politikadan
medet umarken, ben ve bir avuç Kürdün endişelenmesi ne kadar doğru, ne kadar
yanlış?
Bana anlamıyorsun diyenler var, biliyorum.
Doğrudur, anlamakta güçlük çekiyorum, bu takiye mi,
diplomasi mi, yoksa siyasette yeni bir refleks mi, merak ediyorum! Çünkü bir
bakıyorsunuz bin yıllık islam kardeşliği söylemiyle ümmetçi kesilen kralımız, arkasından Kemalist-kızıl elmacı sol ile seçim ittifakları
kurduruyor!
Bunu ve bu politikalardan medet umanları anlamakta
zorlanıyorum gerçekten, anlayan varsa beri gelsin de açıklasın.
Ne ilginçtir ki, kral da kendisinin anlaşılmadığından
şikayetçi..!
Birkaç gün önce Cemil Bayık’ın süreçle ilgili “bu bir
aldatmacadır…” demecinin yanı sıra, Mustafa Karasu'nun da buna benzer bir
değerlendirme yapması umut vericiydi. Dağdakiler kaygılarımızı mı paylaşıyor,
yoksa..? diye düşünmedim değil.
Varsayalım ki Kandil kaygılarımızı paylaşıyor, görüntü öyle,
ama Türk başbakanın danışmanı Akdoğan'ın
, “ süreci zehirleme…” diyerek Bayık’ı
ikaz etmesi de endişelendirdi. Çünkü, Karayılan da vakti zamanında bu tür
tepkileri göstermişti, sonrasında Akdoğan, “İmralı’ya seni şikayet ederim”
demiş ve Karayılan’ı bulunduğu mevkiden etmişti.
Yine düşünüyorum; Türk devleti mi yönetiyor Kürd siyasetini?
Öyle görünüyor ki, Türk devleti başından beridir Öcalan’ı ve
PKK’yi itibarsızlaştırıp Kürdleri bölmek ve silahlı gücü pasifize ederek sorunu
bildik yöntemlerle çözmek istiyor. AKP’nin,
”PKK’nin ancak % 20’si yurt dışına çıktı” bahanesiyle adım atmamaya
diretmesi de bundandır, zamana oynuyor, çünkü süreç Kürdlerin aleyhine
çalışıyor, o yüzden de adım atmıyor,
kaldı ki Türk hükümetinin verdiği bir söz bile yok.
Devletin Kürdler için adım atmayacağını sağır sultan da
biliyor, ama aynı devlet Kürdleri pasifize edecek projelere imza atan ve
kendisine hizmet sözü verenlere bir şeyler verebilir.
“Stockholm sendromu” yaman hastalıktır! Adamı her türlü
kılığa sokar.
Gelişmiş toplumlarda otorite, uzmanlık, statü, güç ve
liderlik yeteneği ister, ama bizim gibi geri kalmış toplumlarda ise
sorgulama/tartışma-eleştiri suç sayıldığı için gücü ele geçirmek otorite olmaya yetiyor.
Liderlik kurumunu tartışıyor olmamızın sebebi de budur.
Davayı kişi, cemaat,
örgüt ve parti değerlerine teslim edip ulusal çizgiden sapmamızın sebebi de
budur.
Yani zihnen geri ve kuşatılmış durumdayız, bu yüzden dağlara
özgürlük şiarıyla giden gençlerimizin-şehitlerin kanı üzerinden yürütülen sözde
demokrasi oyununa inanıyoruz.
Bağımsızlık şiarından vazgeçip demokrasi tezine teslim olan
Kral'ın ulusal değerlere sahip çıkıp Gandi ve Mandela gibi onurlu bir mücadele
vermesini hangi Kürd istemezdi ki..?
Kaç Kürd bu yüzden partisinden ayrıldı ve kaçı da muhalif
düşünüyor diye infaz edildi?
Tüm bedellere rağmen kazanılan bir şey var mı? Üstelik Kral
da yazdığı senaryoyla ilgili kuşkuları ve kendisine giydirilmek istenen
elbiseden rahatsız olduğunu ifade etmedi mi?
Ama doğruları biz söyleyince kötü oluyoruz.
Bütün bunları başından beri yazıyor konuşuyoruz, ancak
egemen kılınan korku ortamında bizim gibi düşünenlerin çoğu pragmatik
nedenlerden dolayı susmayı tercih etti. Kapalı kapılar ardındaki sohbetlerde
“hoca, haklısın, ama…” demeyi de ihmal etmiyorlar lakin..
Karşıt platformlarda davayı eleştiren Kürd aktörlerin kimi
zaman kantarın topuzunu kaçırdığını düşünmüyor değiliz. Ancak unutulmaması
gerekir ki, eleştirilerin tümünde göz ardı edilmeyecek bir mesaj var, o da “
Kral çıplaktır !”
Evet kral soyulmuştu, ama her ne hikmetse kralın çıplak olduğunu
anlamak istemedik, kralın tutsak edilip soyulduğunu kabullenemedik,
hipnozdaydık hala da – kısmen – hipnozdayız.
Kral’ın ele esir düştükten sonra zihnen formatlanmış ve mutasyona
uğramış olduğunu kabullenemiyoruz, vesselam.
Kralın zihnen formatlanması PKK'yi de olumsuz yönde
etkiliyor, bu yüzden de PKK ile kralın özdeşleştirilmesini içime sindiremedim
bir türlü.
Hejaré Şamil’in yazdığı gibi: “…Bizlere göre PKK,
Türkiyesizliktir, İransızlıktır, Iraksızlıktır, Suriyesizliktir.
Bizlere göre PKK, Kurdistanlılıktır, Kurdistanîliktir.
PKK budur, PKK böyle olmalıdır, böyle de olmak zorundadır….
PKK, Kurdistan demektir.
Asla Türkiye demek değil. Asla Suriye demek değil…
Demokratik Türkiyecilerin canı cehenneme.
PKK, Kurdistan’ı yüzyıllar boyunca sömüren leş kargalarından
kurtarma mücadelesi verdi.
Bizlerin bugünkü görevi, PKK’yi Kurdistan’ı yüz yıllar
boyunca sömüren leş kargalarının ellerinden kurtarmaktır…” ("Bir Sovyet
Kürdünün 15 Ağustos yazısı". kurdistan-post.eu)
Dağdaki kahramanlarımız Kürd ve Kürdistan’ın özgürlüğü için
can verirken onlardan güç alan kral ve takipçileri MİT terzisinin diktiği sözde
demokrasi elbisesini PKK ve Kürd halkına giydirmeye çalışıyorlar.
Bu elbiseyi giyenlerin ulusal talepleri yok ve tüm ulusal
içerikli talepleri “ilkel milliyetçilik” olarak değerlendirmeleri de
manidardır.
Bu kesim ulusal kongrelere de el attı.
Yakında (Eylülde) Hewlêr’de yapılması kararlaştırılan Ulusal
Kongrenin Kürdler arası birliği sağlayarak ulusal değerleri ve çıkarları ön
plana çıkaracağı ön görülüyor, öyle olması gerekiyor elbette, ancak, ulusal
talebi olmayanlar bu kongrede neyi savunur?
Sayın Ahmet Önal kurdistan-post sitesindeki makalesinde, …
parçalanmış bir ulusun birliğini, programsal olarak ülkesel düzeyde ele almayan
bir Ulusal Kongre, ulusal birliği hedeflemiş sayılamaz. Ulusal birliği esas
almayan bir ulusal kongre ise ulusal kongre sayılamaz..." ("Ulusal
Kongre", kurdistan-post.eu) derken haklı bir noktaya dikkat çekiyor..
TC’nin Kürd ulusal kongresine tepkisi ve piyonları
aracılığıyla Kürd ulusal birliğini engellemek istediği ve buna göre de
senaryosu olduğu aşikârdır.
Enternasyonalist kimliğe devşirilmiş ‘demokratik
türkiyeciler’in, yani kralın adamlarının bu kongre ve sonrasında önlerinde iki
yol olduğunu düşünüyorum:
1-Ya Hewlêrdeki
katılımı kendi lehlerine çevirip çoğunluğu elde ederek sonuç bildirgesini
örgütsel çıkarlarına uygun bir şekilde çıkaracaklar, ki, Amed’te yapılan
konferansta bunu denediler ve kısmen başardılar denebilir.
Ya da,
2-Ulusal değerleri ön plana alarak, bir Kürd hareketi
olduğunu göstermeli ve strateji değişikliğine giderek özerklik, federasyon veya
bağımsızlık çizgisine dönecekler.
Bizim için uyulması gereken doğru şık 2.dir.
Aksi taktirde sayın Beşikçi’nin dediği gibi, süreç adı
altında Kürdlere sunulan Kürdista'nın inkarıdır.
Beşikçi, TC, temeli yanlış atılmış bir binadır, temelini
düzeltmek yerine, Kürdler çatısıyla uğraşıyor, diyor.
Doğrudur, Kemalizmin güdümünde ve tabanı olmayan sol
hareketin Kürde verebileceği azami hak, misak-ı milli içinde, - Kurdistan’sız - vatandaşlık hakkıdır.
PKK bir ulusal hareket olacaksa farklılıkları şemsiyesi
altına almalıdır, sadece lojistik destek isterken ulusal, ama pratikte parti,
örgüt ve lider sultası anlayışıyla hareket etmesi yanlıştır.
‘Ben bilirim’ kibrinden kurtularak ulusal kurumların
oluşumuna öncülük yaparken ulusal değerler çerçevesinde, ortak paydalarda
samimi olmalı ki birleştirici olsun, aksi taktirde mücadeleyi sürekli kılmanın
ve büyütmenin başka yolu yoktur diyen hoca haksız mı yani?
Yanlış mı bütün bu değerlendirmeler, elbette hayır, ama
mürit psikozundakiler bunu anlayamazlar.
Bunu başarmaları için öncelikle lider kültü ve hipnozundan
kurtulmaları gerekir.
Görmeleri gerekir ki, liderin yürüttüğü türki tezlerle
Kürdistan’a bir özgürlük yolu yoktur.
Liderlik kurumunun önemini dikkate alarak lidere sahip
çıkmak güzel, ama düşmanın tezleriyle hareket eden bir liderden fayda
gelmeyeceğini de geç olmadan görmek gerek.
Başta dediğim gibi, kralın ileri sürdüğü turki tezler ne
diplomatik ne de takiye amaçlıdır.
Bağımlı olduğu otoriteye verdiği hizmettir.
Kandil bu çıplak gerçeği fazla saklamamalı, “kral çıplak”
demelidir!
Fikret YAŞAR