kurdistan tarihi, felsefe, din,

28 Ocak 2014 Salı

Siyasi ve Silahlı Koruculuk !

" Her devlet yarattığı düşman üzerinden güç kazanır ! "
Kürdistan tarihi incelendiğinde göçmen halkların Kurdistan’da kurduğu iktidarları yine Kürdler üzerinden geliştirdiği senaryolarla devam ettirdiği görülmektedir. Yani, Bizans, Arap, Pers ve Turklerin Kürdistan’da kalıcı olmalarının esas sebebi Kürdlerin verdiği destektir.
Siyasi literatürde bu destek koruculuk olarak ifade edilmektedir.
Koruculuk, sadece silahla yapılmaz, maksat devletin çıkarlarını korumaksa eğer, bunu politik kulvarlarda düşün ve yazın yoluyla da yapmak mümkündür.  Bu da siyasal koruculuk anlamına gelir.  Daha çok gönüllü yapıldığı için silahlı koruculuktan daha da etkindir.
Cumhuriyet öncesinde, yani Osmanlılar döneminin sonlarına doğru Kürdlerin Hamidiye Alayları içinde sadece silahlı koruculuk yapmalarına karşı günümüzde hem silahlı, hem de siyasi alanda koruculuk yapılmaktadır.
12 Eylül depremiyle dağılan Kürd örgütlerinin yerinde oluşan boşluğu dolduran PKK, Kürdlerin özgürlük arzularını gerçekleştirmek üzere harekete geçtiğinde devlet  tarihsel deneyiminden yola çıkarak, “Kürdü Kürde kırdırmak” için koruculuk sistemini devreye koydu.
Bunun için 1984 yılında çatışmaların başlamasıyla beraber  aşiret reisleriyle pazarlıklara girişti. Aşiretleri devlet yanlısı ve devlet karşıtı gibi göstererek ödül ve ceza yöntemiyle kontrolüne aldı. Yani bir kısmına çıkar sağlayarak, bir kısmını da tehdit ve şantajla kendi tarafına çekerek silahlandırdı. Özellikle 1990’lı yıllarda, koruculuğu kabul etmeyenleri ‘devlet karşıtı’ veya ‘terör yandaşı’ gibi göstererek,  toplu göz altı, köy yakma ve katliamlarla cezalandırma yoluna gitti. Gönüllü korucu olanların, ‘terörle mücadele’ adı altında, kendi çıkarları için halka karşı her türlü suçu işlemelerine göz yumdu. Bu nedenle de TC, korucu güçlerin organize bir suç örgütü haline gelmesini de engelleyemedi.
TC İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 30 yılda korucular, köy yakmadan tecavüze, adam kaçırmadan uyuşturucu kaçakçılığına ve işkenceyle adam öldürmeye kadar  binlerce suç işlemişlerdir.
Abdülmelik Fırat bu durumu, “Şeref ve haysiyetten nasibini almamış insanların eline silah vermek cinayettir, hiç kimse şimdiye kadar bu korucular kadar tahribat yapmadı, bu paralı asker / katiller, Fransız lejyonerleri gibi hareket etmektedir” biçiminde ifade ederek devlet eliyle oluşturulan suç örgütüne dikkat çekmiştir.
Ancak başta OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Necati Bilican ve diğer resmi görevliler, bazı sakıncaları olmasına rağmen koruculuk sisteminden vazgeçilememesi gerektiğini söyleyerek tartışılmasını bile engellemişlerdir. Koruculuğun ‘güney doğu’da 60 bin aileye iş istihdamı yarattığını, her ailede 10 kişi, bunun da 600 bin kişi demek olduğunu belirterek dikkatleri ekonomik alana çekmişlerdi.  Oysa biliyoruz ki,  uygulamaya konulan bu ekonomik paket, ya da paketler  Kürdistandaki  yurtsever halkı bertaraf etmek gayesiyle kullanılmıştır. 
Ekonomik yönden desteklenen aşiret çeteleri Kontrgerilla ile ortak çalışma sonucu militaristleşerek hem ekonomik, hem siyasi anlamda bölgede  otorite / paramiliter güç olmuşlardır. Bu gücü kullanarak boşaltılan köyler  ve bölgedeki  işletmelere el koyarak  kapital yönünden de güç haline gelmiş ve devlete daha geniş alanda hizmet etmeye devam etmişlerdir. Bu gün sistem partileri içinde mecliste gövde gösterisi yapan vekillerin %99’u bahsettiğim  işbirliği ve ihanet çemberinde palazlanarak bu mertebeye gelenlerdir.
Bunların ekonomik ve siyasal gücü ellerinde tutarak bölge halkı üstünde baskı kurmalarına -elbette- hükümetler izin vermiştir, zira her dönem iktidar partilerinde yer almalarının sebebi de budur. Otuz yıllık sürece baktığımızda bunların ilk önceleri  ANAP'lı, sonra DYP'li ve son süreçte de AKP’li olduğunu görüyoruz. 
Devlet içinde devlet olan bu paramiliter güçlerin beslendiği esas kaynak ise aslında Kürdistan sorunudur, bu nedenle sorunun çözülmesi en çok da bu kesimi endişelendirmektedir, yani devlet samimi olarak sorunu çözüyorum dese bile bu kesimler sorunun çözülmemesi için ellerinden geleni yapacaktır.
Neticede devlet Kürd sorununda çözümsüzlükte, baskı ve inkâr politikalarındaki ısrarın bir sonucu olarak gündeme getirdiği  koruculuk sistemiyle sorunu çözmek yerine, sorun içinde kendine sorun yaratarak işin içinden çıkamaz duruma gelmiştir.  Nitekim, Suriye politikasında da aynı kafayla hareket ederek dış politikada prestij kaybına uğramıştır. Rusya Devlet Başkanı Putin'in “Dünya  önümüzdeki süreçte Türkiye’deki  ‘El Kaide’ terörünü konuşacaktır...” demeci -TC'nin sakat politikaları dikkate alınınca- düşündürücüdür.
Devlet hatalardan ders alacağına sakat politikalarında ısrar etmektedir. Kürdistan sorununda aşiretler üzerinde yürütülen koruculuk sistemi iflas edince bu sefer de elinde tuttuğu rehine üzerinden örgüt, parti ve Kürdleri kandırarak ‘barış süreci’ denen sahte bir projeye ortak etmeye çalışmaktadır. Nitekim bu plana inandırılan Öcalan devletin oyununa gelerek  ulusal programından vazgeçmiş ve işgalci sistemin meşruyetini vurgulayan tezlerle projenin yürütülmesine destek vermiştir. Bu projeye inanan Burkay, Şıvan ve Barzani bile Turkiye’ye  gelerek sistemin politikalarına meşruyet kazandırmış, bir nevi siyasal koruculuğa destek vermişlerdir.
BDP, Kandil, Burkay ve diğer kesimler devletin oyalayıcı tavrı karşısında alternatif politikalar ileri sürmek yerine ‘bekle gör’ politikası izleyerek  pasif konumda beklemişlerdir. Özellikle BDP ve Kandil ‘önderliğe zarar gelmesin’ hesabıyla tamamen iradesiz davranmışlardır. Dışarıdaki özgür güçlerin politika üretememesi devletin işine gelmiştir. Önderliğin her söylemini ayet sanan halkımızın bazı kesimleri ileri sürülen anti-kürd politikalara  itiraz etmeden bu siyasete destek olmuşlardır. Devamında devletin bekası ve ali menfaatlerini korumak için gerilla silahsızlandırılıp cepheden uzaklaştırılarak Kandile hapsedilmiştir.
Böylelikle bazı kesimler için ‘Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü "out", demokratik büyük Türkiye  "in’ olmuştur.
Kısacası, sistem, oynadığı ali-cengiz oyunlarıyla kendisine kafa tutan silahlı Kürd gücünü korucularla ağaların çizgisine getirerek aynı cephede yer almalarını sağlayarak başarılı bir politika izlemiştir! 
Kime karşı? Kurdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğünü isteyen kesime karşı.  
Özelde bana mesaj atan bazı fanatik Apoculara göre Öcalan tahkiye yapıyormuş ve bu ‘derin bir diplomasiymiş, öyle diyorlar.  Öcalan’ın yakalandıktan sonra kıvrak zekasıyla ajitatif savunma yerine devletin hiç beklemediği bir şekilde devlet tezlerini savunarak sorunun demokratik olduğunu ileri sürmesi sadece politik bir manevradan ibarettir, diyorlar…
Umalım ki öyledir, peki  bu rol değişikliği ne kazandıracak, ne kaybettirecek?
-Egemen tezli politikalar Kürdleri dünyanın özgür halkları düzeyinde eşit ve rahat bir yaşama kavuşturabilecek mi?
-Kürdistan topraklarını işgalden kurtaracak mı?
-Kim deneyimli bu konuda?
Bu senaryo daha önce de uygunlamış, ama  sonuç -Kürdler için- hüsran...
1500’lerin başında Yavuz Selim ile İdris-î Bitlisi ortak değerlerde ve ortak vatanda ittifak kurdular. Yavuz Kürdler sayesinde egemenliğini imparatorluğa dönüştürürken, İdris-i Bitlisi ve Kürd mirleri imparatorluğun ezici gücü karşısında yanaşma durumuna düştüler, hatta daha sonraları bölgeye İstanbul’dan mirler-beyler atandı, 1800’lere gelindiğinde de Osmanlı çeşitli bahanelerle bey-mirleri bertaraf ederek, Kürdistan’ı ilhak etmek amacıyla yandaşı dini figürleri ve valileri görevlendirdi.
Sonuç bilinmektedir!
Bugün de demokratik özerklik denen egemen yanlısı projeyle Kürdler yine ‘Turkiyelilik’ kimliğine yamanmaya çalışılmaktadır. Valilerimizi, kaymakamlarımızı ve belediye başkanlarımızı biz seçeceğiz, ancak ipin ucu Ankara’da olacak. Yani kendi topraklarında egemene tabi  yaşayacaksın, toprakların yine işgalden kurtulmayacak ve yine tüm değerlerin egemen kimliğin sosyo-ekonomik baskısı altında olacak...
Elbette bu da seni dünya milletleri seviyesine taşımaya yetmeyecek.
Kaldı ki TC bu konuda  olumlu bir mesaj da vermiş değil, hala ‘tek, tek, tek’ diyerek retçi davranmaktadır.
Egemenin teklerine karşı tek çare Kurdî bilinç ve birliktir. Yani koruculukla bu iş yürümez. 
Said-ê Kurdi: “Birlikte kuvvet ve hayat, kardeşlikte de saadet var, birliğin ipine ve muhabbetine sımsıkı sarılın ki sizi belâdan kurtarsın” demiş.
Kime söylemiş bunları, elbette Kürdlere, kime karşı, elbette işgalcilere karşı…
Dinledik mi? Hayır, çünkü bize uymuyor.
Öyle ya, egemenin çıkarlarını korumak daha cazip geliyor…
Peki, bunca bedel, 'siyasi koruculuk' anlamına gelen bu son duruş için mi ödendi ..?
Bu soruya karşı herkes sessiz!
Malesef sorgulamıyoruz !
Zira üç maymunları oynamak işimize geliyor.
Fikret Yaşar