Kürdistan tarihi incelendiğinde
göçmen halkların Kurdistan’da kurduğu iktidarları yine Kürdler üzerinden
geliştirdiği senaryolarla devam ettirdiği görülmektedir. Yani, Bizans, Arap,
Pers ve Turklerin Kürdistan’da kalıcı olmalarının esas sebebi Kürdlerin verdiği
destektir.
Siyasi literatürde bu destek
koruculuk olarak ifade edilmektedir.
Koruculuk, sadece silahla
yapılmaz, maksat devletin çıkarlarını korumaksa eğer, bunu politik kulvarlarda
düşün ve yazın yoluyla da yapmak mümkündür.
Bu da siyasal koruculuk anlamına gelir.
Daha çok gönüllü yapıldığı için silahlı koruculuktan daha da etkindir.
Cumhuriyet öncesinde, yani
Osmanlılar döneminin sonlarına doğru Kürdlerin Hamidiye Alayları içinde sadece
silahlı koruculuk yapmalarına karşı günümüzde hem silahlı, hem de siyasi alanda
koruculuk yapılmaktadır.
12 Eylül depremiyle dağılan Kürd
örgütlerinin yerinde oluşan boşluğu dolduran PKK, Kürdlerin özgürlük arzularını
gerçekleştirmek üzere harekete geçtiğinde devlet tarihsel deneyiminden yola çıkarak, “Kürdü
Kürde kırdırmak” için koruculuk sistemini devreye koydu.
Bunun için 1984 yılında
çatışmaların başlamasıyla beraber aşiret
reisleriyle pazarlıklara girişti. Aşiretleri devlet yanlısı ve devlet karşıtı
gibi göstererek ödül ve ceza yöntemiyle kontrolüne aldı. Yani bir kısmına çıkar
sağlayarak, bir kısmını da tehdit ve şantajla kendi tarafına çekerek
silahlandırdı. Özellikle 1990’lı yıllarda, koruculuğu kabul etmeyenleri ‘devlet
karşıtı’ veya ‘terör yandaşı’ gibi göstererek,
toplu göz altı, köy yakma ve katliamlarla cezalandırma yoluna gitti.
Gönüllü korucu olanların, ‘terörle mücadele’ adı altında, kendi çıkarları için
halka karşı her türlü suçu işlemelerine göz yumdu. Bu nedenle de TC, korucu
güçlerin organize bir suç örgütü haline gelmesini de engelleyemedi.
TC İçişleri Bakanlığı’nın
verilerine göre, 30 yılda korucular, köy yakmadan tecavüze, adam kaçırmadan
uyuşturucu kaçakçılığına ve işkenceyle adam öldürmeye kadar binlerce suç işlemişlerdir.
Abdülmelik Fırat bu durumu,
“Şeref ve haysiyetten nasibini almamış insanların eline silah vermek
cinayettir, hiç kimse şimdiye kadar bu korucular kadar tahribat yapmadı, bu
paralı asker / katiller, Fransız lejyonerleri gibi hareket etmektedir”
biçiminde ifade ederek devlet eliyle oluşturulan suç örgütüne dikkat çekmiştir.
Ancak başta OHAL Valisi Hayri
Kozakçıoğlu, Necati Bilican ve diğer resmi görevliler, bazı sakıncaları
olmasına rağmen koruculuk sisteminden vazgeçilememesi gerektiğini söyleyerek
tartışılmasını bile engellemişlerdir. Koruculuğun ‘güney doğu’da 60 bin aileye
iş istihdamı yarattığını, her ailede 10 kişi, bunun da 600 bin kişi demek
olduğunu belirterek dikkatleri ekonomik alana çekmişlerdi. Oysa biliyoruz ki, uygulamaya konulan bu ekonomik paket, ya da
paketler Kürdistandaki yurtsever halkı bertaraf etmek gayesiyle
kullanılmıştır.
Ekonomik yönden desteklenen
aşiret çeteleri Kontrgerilla ile ortak çalışma sonucu militaristleşerek hem
ekonomik, hem siyasi anlamda bölgede
otorite / paramiliter güç olmuşlardır. Bu gücü kullanarak boşaltılan
köyler ve bölgedeki işletmelere el koyarak kapital yönünden de güç haline gelmiş ve
devlete daha geniş alanda hizmet etmeye devam etmişlerdir. Bu gün sistem
partileri içinde mecliste gövde gösterisi yapan vekillerin %99’u
bahsettiğim işbirliği ve ihanet
çemberinde palazlanarak bu mertebeye gelenlerdir.
Bunların ekonomik ve siyasal gücü
ellerinde tutarak bölge halkı üstünde baskı kurmalarına -elbette- hükümetler
izin vermiştir, zira her dönem iktidar partilerinde yer almalarının sebebi de
budur. Otuz yıllık sürece baktığımızda bunların ilk önceleri ANAP'lı, sonra DYP'li ve son süreçte de
AKP’li olduğunu görüyoruz.
Devlet içinde devlet olan bu
paramiliter güçlerin beslendiği esas kaynak ise aslında Kürdistan sorunudur, bu
nedenle sorunun çözülmesi en çok da bu kesimi endişelendirmektedir, yani devlet
samimi olarak sorunu çözüyorum dese bile bu kesimler sorunun çözülmemesi için
ellerinden geleni yapacaktır.
Neticede devlet Kürd sorununda
çözümsüzlükte, baskı ve inkâr politikalarındaki ısrarın bir sonucu olarak
gündeme getirdiği koruculuk sistemiyle
sorunu çözmek yerine, sorun içinde kendine sorun yaratarak işin içinden çıkamaz
duruma gelmiştir. Nitekim, Suriye
politikasında da aynı kafayla hareket ederek dış politikada prestij kaybına
uğramıştır. Rusya Devlet Başkanı Putin'in “Dünya önümüzdeki süreçte Türkiye’deki ‘El Kaide’ terörünü konuşacaktır...” demeci
-TC'nin sakat politikaları dikkate alınınca- düşündürücüdür.
Devlet hatalardan ders alacağına
sakat politikalarında ısrar etmektedir. Kürdistan sorununda aşiretler üzerinde
yürütülen koruculuk sistemi iflas edince bu sefer de elinde tuttuğu rehine
üzerinden örgüt, parti ve Kürdleri kandırarak ‘barış süreci’ denen sahte bir
projeye ortak etmeye çalışmaktadır. Nitekim bu plana inandırılan Öcalan
devletin oyununa gelerek ulusal
programından vazgeçmiş ve işgalci sistemin meşruyetini vurgulayan tezlerle
projenin yürütülmesine destek vermiştir. Bu projeye inanan Burkay, Şıvan ve
Barzani bile Turkiye’ye gelerek sistemin
politikalarına meşruyet kazandırmış, bir nevi siyasal koruculuğa destek
vermişlerdir.
BDP, Kandil, Burkay ve diğer
kesimler devletin oyalayıcı tavrı karşısında alternatif politikalar ileri
sürmek yerine ‘bekle gör’ politikası izleyerek
pasif konumda beklemişlerdir. Özellikle BDP ve Kandil ‘önderliğe zarar
gelmesin’ hesabıyla tamamen iradesiz davranmışlardır. Dışarıdaki özgür güçlerin
politika üretememesi devletin işine gelmiştir. Önderliğin her söylemini ayet
sanan halkımızın bazı kesimleri ileri sürülen anti-kürd politikalara itiraz etmeden bu siyasete destek
olmuşlardır. Devamında devletin bekası ve ali menfaatlerini korumak için
gerilla silahsızlandırılıp cepheden uzaklaştırılarak Kandile hapsedilmiştir.
Böylelikle bazı kesimler için
‘Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü "out", demokratik büyük Türkiye "in’
olmuştur.
Kısacası, sistem, oynadığı ali-cengiz oyunlarıyla kendisine kafa tutan silahlı Kürd gücünü korucularla
ağaların çizgisine getirerek aynı cephede yer almalarını sağlayarak başarılı
bir politika izlemiştir!
Kime karşı? Kurdistan’ın
bağımsızlığı ve özgürlüğünü isteyen kesime karşı.
Özelde bana mesaj atan bazı
fanatik Apoculara göre Öcalan tahkiye yapıyormuş ve bu ‘derin bir
diplomasiymiş, öyle diyorlar. Öcalan’ın
yakalandıktan sonra kıvrak zekasıyla ajitatif savunma yerine devletin hiç beklemediği
bir şekilde devlet tezlerini savunarak sorunun demokratik olduğunu ileri
sürmesi sadece politik bir manevradan ibarettir, diyorlar…
Umalım ki öyledir, peki bu rol değişikliği ne kazandıracak, ne
kaybettirecek?
-Egemen tezli politikalar
Kürdleri dünyanın özgür halkları düzeyinde eşit ve rahat bir yaşama
kavuşturabilecek mi?
-Kürdistan topraklarını işgalden
kurtaracak mı?
-Kim deneyimli bu konuda?
Bu senaryo daha önce de
uygunlamış, ama sonuç -Kürdler için-
hüsran...
1500’lerin başında Yavuz Selim ile
İdris-î Bitlisi ortak değerlerde ve ortak vatanda ittifak kurdular. Yavuz
Kürdler sayesinde egemenliğini imparatorluğa dönüştürürken, İdris-i Bitlisi ve
Kürd mirleri imparatorluğun ezici gücü karşısında yanaşma durumuna düştüler,
hatta daha sonraları bölgeye İstanbul’dan mirler-beyler atandı, 1800’lere
gelindiğinde de Osmanlı çeşitli bahanelerle bey-mirleri bertaraf ederek,
Kürdistan’ı ilhak etmek amacıyla yandaşı dini figürleri ve valileri
görevlendirdi.
Sonuç bilinmektedir!
Bugün de demokratik özerklik
denen egemen yanlısı projeyle Kürdler yine ‘Turkiyelilik’ kimliğine yamanmaya
çalışılmaktadır. Valilerimizi, kaymakamlarımızı ve belediye başkanlarımızı biz
seçeceğiz, ancak ipin ucu Ankara’da olacak. Yani kendi topraklarında egemene
tabi yaşayacaksın, toprakların yine
işgalden kurtulmayacak ve yine tüm değerlerin egemen kimliğin sosyo-ekonomik
baskısı altında olacak...
Elbette bu da seni dünya
milletleri seviyesine taşımaya yetmeyecek.
Kaldı ki TC bu konuda olumlu bir mesaj da vermiş değil, hala ‘tek,
tek, tek’ diyerek retçi davranmaktadır.
Egemenin teklerine karşı tek çare
Kurdî bilinç ve birliktir. Yani koruculukla bu iş yürümez.
Said-ê Kurdi: “Birlikte kuvvet ve
hayat, kardeşlikte de saadet var, birliğin ipine ve muhabbetine sımsıkı sarılın
ki sizi belâdan kurtarsın” demiş.
Kime söylemiş bunları, elbette
Kürdlere, kime karşı, elbette işgalcilere karşı…
Dinledik mi? Hayır, çünkü bize
uymuyor.
Öyle ya, egemenin çıkarlarını
korumak daha cazip geliyor…
Peki, bunca bedel, 'siyasi
koruculuk' anlamına gelen bu son duruş için mi ödendi ..?
Bu soruya karşı herkes sessiz!
Malesef sorgulamıyoruz !
Zira üç maymunları oynamak
işimize geliyor.
Fikret Yaşar