Ancak bu realite cehaletle kabuk değiştirerek tehlikeli bir
hal almıştır !
Peki İslami revizyon gerekli mi, ya da ne yapılmalı..?
Genel kanı; Kur’an
İslam’ının çağdaş yorumlarla güncellenmesidir.
Bunun için, öncelikle dinin devletin tekelinden çıkarılması
gerekiyor. Yani diyanet kurumunun statüsünün değiştirilerek üniversite
formatında özerk yapıya kavuşturulması ve bilim adamlarıyla ilişkilendirilerek akademik
komsiyonlarca dinin yeniden yorumlanması gerekmektedir.
Osmanlıdan beridir siyasal iktidarlar din kurumunu emellerine
alet etmiştir. Bireyin doğu-batı aksı arasında sıkıştırılarak dinsel olanla olmayan
arasında yozlaştırılıp özgünlüğünden koparılmış olması revizyonu şart kılıyor.
Öyleyse İbni Rüşd’lerle Avrupa rönensansına katkı sağlayan ilerici İslamı
yeniden keşfetmemiz gerekir...
Hırıstiyan mezhepler birlik içinde ortaklaşarak globalleşmeye
doğru hızla giderken İslamı referans alan Işıd gibi gerici hareket, mezhep ve
tarikatların ortaçağ zihniyetini aşarak ortadoğuyu karanlığa sürüklemesi kabul edilemez.
İslam neden bu hale geldi, ya da özü bu mudur ?
İslam neden bu hale geldi, ya da özü bu mudur ?
Bilindiği gibi İslam, Emevilerle başlayarak siyasal bir
karakter kazandı ve ne yazık ki eğitim kurumlarını değişen koşullara ve gelişmelere uyduramadı,
bu nedenle de 1600 ‘lerin başından itibaren bilimsel alandaki kazanımlarını
Avrupaya kaptırdı.
Ondan sonradır ki, başta Araplar olmak üzere Osmanlı
döneminde İslami araştırmalar yapılmadı,
cumhuriyet dönemine gelindiğinde de din laik eğitimin dışında bırakılarak aydın
din adamlarının yetişmesi engellendi. Eğitim kurumları lağvedilen ve yasaklanan
İslam, köylü dini haline geldi. Kur’an’dan birkaç süre bilenlere imamlık makamı
verilerek toplum cehalete mahküm edildi, hatta İslam öncesi döneme geri dönüldü
de denebilir. Oysa cumhuriyet döneminde din çağdaş eğitim çerçevesinde alınıp
işlense ve aydın din adamları yetiştirilseydi, bugün IŞID, ya da buna benzer
gerici hareketler başımıza bela olmazdı.
Müslümanlar yüzyıllardır dini sadece ibadetler bazında ele
aldı, halbuki dini felsefe, sosyoloji ve psikolojik yönden ele alıp bir kültür
haline getirebilseydik eğer, ne dogmatizm, ne de siyasal islamcılık ortaya
çıkardı.
Yakın zamanlarda toplum hayatına giren imam hatipler ve
ilahiyet fakülteleri de mevcut iktidarlara politik malzeme üretmek için
işletildiğinden İslami incelemeler, eleştiri ve analiz gereği gibi yapılmadı,
akıl yerine kutsiyet çerçevesinde doğa üstü güçlerin egemenliği dayatıldı.
Dayatılan Kutsallık adına Kur’an İslamı rafa kaldırıldı, Kur’an rafa kalkınca
egemenler kendilerine göre dini yorumlatarak toplum sevk ve idare edildi.
Gerçekten de peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan mezhep
kurucularının yapmış olduğu yorumlar İslamı derinden sastı ve bölünmelere sebep
oldu. Günümüze kadar süren mezhep savaşları da ortaya atılan yorum
farkındandır. Birinin ak dediğine, bir diğeri kara diyerek karşı çıktı. Toplum
bu çelişkilerle sarsıldı ve dinden uzaklaşarak siyasi erke alet oldu.
Mezhep kurucularının kendi zamanına ve ortamına göre doğru
karar verdikleri düşünülebilir, ama günümüz için o yorumların geçerliliği
kalmamıştır. Zira günümüz insanı kısmen de olsa aydınlanmıştır. Eğitim düzeyi
yükselen birey eskiye itibar etmeden analitik bakış açısıyla kendine özgü yorum yapabilecek seviyeye
ulaşmıştır.
İbni Teymiye; İslami 3 kaide üzerinde açıklarken şöyle
diyor: “ Kur’an ve hadisi okuyabilen ve okuduklarını anlayabilenlerin bir
mezhebe, rehbere ve imama ihtiyaçları yoktur, ancak okuması olmayanların rehbere- imama ihtiyacı vardır..!”
Bilginin çok kolay ulaşıldığı günümüzde Kur’anı okumak,
anlamak ve hüküm çıkarmak kolaylaşmıştır, ancak
bu da beraberinde inançta ve ibadette standartlaşma sorununu getirmiştir.
Nitekim bundandır ki günümüzde tarikat
ve cemaatlerden geçilmiyor. İlginç olan bu gelişmelerin toplumu aydınlatmak
yerine halkı hem ekonomik, hem de zihnen sömürmek için kullanıldığıdır.
Bu tablo karşısında İslamcı alimler Kur’an ve İslami
bilimler doğrultusunda nesnel
araştırmalar yapacaklarına dini kurumlara kutsallık kazandırarak siyasi
iktidarlara hizmete devam ediyorlar. Çünkü işin ucunda rant vardır. İstisnaları
yok mu? Elbette vardır, ama köşeye çekildikleri için belirleyici ve etkileyici
değiller.
Kur’anın Türkçe-Kürdçe mealinin okunmaması da bu
sebeptendir. Hipnotik etki devam etsin istiyor egemenler.
Bu yüzdendir ki Arap olmayan Müslümanlar bin küsur yıldır anlamını
bilmedikleri Kur’anı okuyor. Anlaşılmayan söz ya da iş amacına ulaşmaz!
Bu yüzdendir ki, din fikirsel yönüyle değil, şekli yönüyle uygulanıp amacından uzaklaşmış ve özünü kavramayan, felsefe oluşturmayan ve hatta davranış değişikliği yapamayan bir din haline gelmiştir.
Bu yüzdendir ki, din fikirsel yönüyle değil, şekli yönüyle uygulanıp amacından uzaklaşmış ve özünü kavramayan, felsefe oluşturmayan ve hatta davranış değişikliği yapamayan bir din haline gelmiştir.
Özellikle korku faktörü kullanılarak dayatıldığı için teslimiyet
ve taklitçiliği benimsemişiz. Taklitçi müslüman
olduğumuz gibi, taklitçi batılı da olmuşuz. Yani bir bakıma inançta ve yaşamda kimlik
sorunu yaşıyoruz.
Durum böyleyken "dinde revizyon gerekldir" demekte bir beis aranmamalıdır!
Batının rönesans sonrası yakaladığı akıl çağı ve
aydınlanmayı yakalayabilmemiz için öncelikle aydınlanmamız gerektiği gerçeği
anlaşımalıdır.
E.Kant: “Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini
tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenen bir doktorum oldu mu, zahmete
katlanmama hiç gerek kalmaz...” der. Devamında, dogmalar ve kurallar, insanın
doğal yetilerinin akla uygun kullanılışını engeller ve hatta erginleşme ve olgunlaşma
üstünde olumsuz etki yapar, diyor...
Dogmaları değil de aklı referans almış olsaydık eğer, Kur’anı
bir dua, nazar, cennete gitmek için bir vize kitabı gibi kullanmazdık.
Gerçek şu ki, 9. ve 12. Yuzyıllara göre bugünkü İslam çok
gerilerde kalmıştır. Hatta buna İslam demek de yanlıştır, zira, aslına bakılırsa eğer, bunun arap yaşam tarzı ve ya Emevi
İslamı olduğu görülecektir.
Yüz yıllar önce İbni Sina, İbni Rüşd, Farabi, İbni Teymiyye ve
Gazali gibi düşünürler Yunan felsefesinden yararlanarak düşünceye ve akla önem
vermiş ve içinde bulundukları topluma çağın ileri kültürünü yaşatmışlardı. Ama
ne yazık ki Gazaliden sonra işin kolayına gidilmiştir. Gazali kalbin ve gözün aklı diye iki tür akıldan bahsediyor.
Ancak Gazali sonrasında akıl tamamen inkar ediliyor. Akıl yolu zor olduğu için
herkes iman etmeye çaba sarf ediyor. Oysa Kur'an, “ siz iman ettik demekle
kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz, mutlaka çalışmanız gerek... ” diye uyarıyor.
Tabii ki, Kur’anın anlaşılamaması egemenlerin işine yarıyor. Çünkü
toplumu kolayca sömürebilme imkanı doğuyor. Böyle olmasaydı Kürdler işgalci
Arap, Türk, Fars ve her fırsatta Kürde düşmanlığını ilan eden Filistinlilere
karşı bu denli pasif mi kalırdı..?
Kürdler sabahtan akşama kadar namaz kılsın, oruç tutsun ve öbür tarafa meyletsin de kafası çalışmasın
isteniyor. Nitekim bu yozlaşmış dine en çok adapte olanlar da Kürdlerdir. Bu
nedenledir ki Kürdistanın kültürel değerleri yok edilme derecesine gelmiş, yer
altı ve yer üstü zenginlikleri, eğitim sistemleri işgalciler ve ağababalarının
eline geçmiştir.
Ümmet birliği yalanıyla kandırılıp
yurtları işgal edilen kürdler ne hikmetse 22 devlete bölünmüş Arap dünyasının
neden birleşmediğini sorgulayamıyor ..!
Özcesi, revizyon şart .
İslamcı Kürd aydınlarına büyük görevler düşüyor.
Bir taraftan dine el atmaları gerekirken, diğer tarftan da Arap
seviciliğinden kurtulup Kürd kültür kurumları ve değerlerinin özgünleşmesi için
çaba sarf etmeleri gerekir.
Aksi takdirde IŞID ve işgalciler ergenliğimizden beslenmeye devam edecektir.
Fikret Yaşar