Kemalistlere göre Atatürk demokrasinin geliştirilmesi
hususunda temel direk / referanstır.
Osmanlıda kendi kendini yöneten Kürdler cumhuriyet döneminde Atatürk’ün siyasi
manevraları ile topraklarından, zihinlerinden ve kişiliklerinden koparılıp uşak
durumuna düşürüldü. Oysa cumhuriyet
öncesinde Kurdistan özelde Mir ve Mirlikler tarafından yönetilen ve kendi
içinde bağımsız ama genelde İslam halifesine bağlı kadim bir diyardı.
Müslüman Arap, Turk, Fars ve Kürd hanedanlarının iktidarları
döneminde halife emirnameleri gereği İslam ordusuna insan gücü sağlayarak din
adına işgalcilere hizmeteden Kürdler,
Fransız devriminden sonra Osmanlının
başlattığı modernleşme hareketiyle beraber İslam ümmeti içinde sahip olduğu
imtiyazları kaybederek soykırımlara
maruz bırakıldı. Kurdistanda görev yapan Osmanlı ordusunun büyük bir
bölümü Kürdlerden oluşmasına rağmen din, mezhep farklılığı ve aşiretler arası
çelişkiler sebebiyle birbirlerine karşı kullanıldı.
Tarihçi David Mc
Dowal : ” Kürdler Osmanlı emirlerine neden bu denli uydular..?
” sorusuna, “ Müslüman kimliğinin bu
işte kuşkusuz büyük payı var! ” diyerek cevap vermiştir. Yine Mc Dowal’ın
bildirdiğine göre Osmanlının yıkılışı
boyunca Kürdlerin sadakati devam etti, Ermeni soykırımı ardından gelen açlık ve
salgın hastalıklar yüzünden 500 bin sivil, 300 bin asker olmak üzere toplam 800
bin Kürd Osmanlı uğruna can verdi.
Osmanlıda bağımsızlıklarını alan diğer halklar gibi
Kürdlerin de bağımsız olmaları beklenirken, din eksenli propagandalardan
etkilenen Sünni çoğunluğun Anadolu'da
gelişen yeni oluşuma destek vermesi bu beklentiyi boşa çıkardı.
Ayşe Hür bir
makalesinde Kürd–Türk ittifakını şöyle yorumluyor; “ Türk–Kürd ittifakının esas amacı binlerce yıl birlikte yaşayan
Kürd-Ermeni ittifakını engelleyerek Kürdlerin bağımsızlık taleplerine mani
olmaktı…”
Hatta söz konusu ittifakı engellemek için 1915 soykırımında
tetikçi ve hedef olarak Kürdler kullanılmıştır. Osmanlının 1.dünya savaşında
yenilmesiyle beraber 1915 soykırımının
hesabını vermek gibi ortak bir tehditle karşı karşıya bırakılan Kürdler, daha
sonra Rus- Ermeni saldırısında Kafkas, Serhat ve Botan bölgelerini
boşaltarak Amed ve Musul vilayetlerine
sığınmak zorunda bırakıldı. Sonrasında
bu alanlara "19. yüzyılın ilk yarısından başlanarak (Maraş, Antep, Malatya,
Harput, Van, Erzerom, Kars, Ağrı ve Erzincan'a) önemli ölçüde Türk nüfus sızdırıldı. O
gün için sızdırılan nüfus bugün bu illerde sömürgeci devletin fiili ve
ideolojik varlığının dayanağı durumundadır." (http://cebaxcor.blogspot.com/2013/10/nicin-ozerklik-sorusunun-cevab-tehcirde.html?spref=fb )
Türklerle Kürdler arasında kurulan şer ittifakın
anlaşılabilmesi için Erzurum, Sivas kongreleriyle Amasya protoklünün bizi
ilgilendiren kısımlarına göz atmak gerek.
Erzurum Kongeresi:
Erzurum kongresinin sonuç bildirgesi 8.maddesi ;
“milletlerin kendi mukadderatını tayin ettiği bu devirde merkezi hükümetimiz de
milletin iradesine tabi olmak zorundadır.”
Demektedir. Kürdlerin ileride
bağımsızlık dahil her türlü seçeneğe sahip olduğunu, konunun seçilecek yeni
meclis üyelerince görüşülerek karara bağlanması gerektiği vaad ediliyordu.
Ancak sonuç bildirgesinde yazılanlar kağıtta kaldı ve Turk meclisi hiç bir zaman
bu konuyu gündemine almadı.
Kandırıldıklarını anlayan Kürdler -bu nedenle- silahlara
sarıldı. 1920 de Cemilé Çeto ve İbrahim Paşa liderliğindeki isyanları 1921 deki
Koçgiri isyanı takip etti...
Sevr antlaşmasında da Ermenilerle Kürdlerin aynı coğrafya üzerinde
hak iddia ederek karşı karşıya gelmeleri Kemalistlerin işine yaramış ve muhalif
güçler karşı karşıya getirilerek böl yönet politikasıyla oyun dışı
bırakılmıştı.
Atatürk Nutuk’ta: ”
Bağımsız Kurdistan kurulmasıyla ilgili hareket önlenerek ortadan kaldırıldı ve
bu amaca hizmet edenler yola getirilerek Kürdlerin Türklerle birleşmesi
sağlandı.” Der.
Milli mücadeleyi başarıyla sonuçlandıran Kemalstler
Kongrelerde Kürdlere vediği sözlerden geri adım atarak şer ittifakı bozdu
(1923). İlerleyen yıllardaki Kürdler karşı yürütülen politikada Rıza Nur gibi turancılar söz
sahibi oldu. Şeyh Said isyanıyla beraber bu ırkçı ekip radikalleşerek Takrir-i
Sükun dönemiyle Kürdleri yok sayıp Türklüğü dayattı.
Türk ırk temeline dayandırdığı ulus devlet modelini
modernleştirmeyi hedefleyen Turancı
ekip, ürettiği resmi tezlerin tümünde başta Kürdler olmak üzere diğer halkları
sistem içinde tutmak ve eritmeyi esas almıştı. Bununla Misak-ı
milli sınırları içinde bin yıllık Turk İslam kardeşliğini tesis etmek,
sınırların değişmezliği ve ortak paydalarda entegrasyonu gerçekleştirerek ortak
vatanda birlikte yaşamak, amaçlanıyordu !
Bunu başarmak için tüm tarihi belgeler tahrif edildi, adeta tarih yeniden yazıldı.
İngiliz tarihçi
Edward H.Carr der ki: “ Tarih boş bir çuval gibidir, bu çuval içine koyduğunuz
malzemeyle şekil kazanır.”
Amasya Protokolü:
Atatürk’ün Kürd politikasına dair pek bilinmeyen bir başka belge ise Amasya Protokolüdür.
(Ekim 1919)
Eylül 1919 Sivas Kongresinden sonra Amasya’da buluşan Mustafa Kemal, Rauf Orbay, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk
Cemiyeti ve diğer ilgili paşalar Kürd meselesini görüşürler.
Hazırlanan protokolün 1. Maddesinde; “ Osmanlı Devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırının
(Misak-ı Milli) Türk ve Kürdlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürdlerin Osmanlı toplumundan ayrılmasının
imkanszılığı, bu sınırın en aşağı bir talep olarak kabul edilmesinin lüzumu ile
müştereken kabulü. Bununla birlikte
Kürdlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal
haklar bakımından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve
yabancılar tarfından Kürdlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güden
hareketlerin önüne geçmek için bu hususun Kürdler tarafından bilinmesi uygun
görüldü…” Demektedir. (Sonraki süreçte bu madde Turancılar tarafından
Nutuk’tan çıkarılıyor.)
Atatürk ve arkadaşlarının 22 Temmuz 1922 tarihli gizli
meclis celsesinde de -bağımsız Kurdistanı kurmak için İngilizlere karşı savaşan
Mahmud Berzenci’yi kontrol altına almak için çaba sarf ettiği
görülmektedir. El Cezire-Kuzey Irak komutanlığına,
“ Kürdlerin oturdukları bölgelerde hem iç, hem de
dış siyasetimiz açısından göreceli olarak yerel yönetim biçimini uygun
görüyoruz…” diyerek Guneydeki Kürdlerin gardını düşürüyor, ama İngiliz
saldırılarına karşı da destek sağlaması gerektiğini de hesaba katmıyordu.
Atatürk’ün İzmit konuşması:
İzmitte gazetecilerle yaptığı konuşmada Kürd sorununun
Türklerin çıkarına uygun olmadığını vurguluyor. Milli sınırlar içinde var olan
Kürdlerin pek az yerde yoğun olduklarını, Türklerle hısım akrabalıktan dolayı
Kürdler adına bir sınır çizmenin imkansız olduğunu, bunun yapılması halinde
Türkiye'nin mahvolacağını, “Teşkilat-ı Esasiye Kanununa” göre yerel özerklik
hakları tanınarak bu sorunun çözülebileceğini, zira Meclisin sahibinin hem
Kürd, hem de Türk vekiller olduğunu bu iki halkın kaderlerini
birleştirebileceğini dile getirmiştir.
Araştırmacı Ayşe Hür ise konuyu şöyle aktarıyor: “… Başlı başına bir Kürdlük düşünmektense Teşkilatı Esasiye
Kanununa göre bir tür yerel özerklikler oluşturularak bu sorun çözülebilir.
Aksi taktirde ifade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait bir durum
yaratmaları daima mümkündür. Meclisin asli unsurları bu iki halkın
vekillerinden oluşmuştur, bu iki unsurun çıkarları ve kaderleri aynıdır. Yani
onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru
olmaz…”
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından
1980’lerde yayınlanan 2000’e Doğru Dergisinde ise yukarıdaki ifadelerden biraz
daha farklı olarak :” Mersin ve Sinop
arası Kürdlerle Türkler arasında bıçak sırtıyla bir sınır çizmek zordur, zira
bu iki halk hısım ve akrabalıkla birbirine öylesine karışmışki onları ayırmak
Türkiyeyi mahveder… ” açıklanıyordu.
İki Halkın ayrılması hainde turkiyenin mahvolacağını düşünen
Atatürk, izlediği politikayla da ihya olunamayacağını ne yazık ki
düşünememiştir. Mersin, Sinop arasına bıçak sırtıyla bir sınır çizip Kürd ve
Türk’ün ayrılmasını engellemiş, ama, ne iyi ki bu iki halkın ayrılması halinde Kurdistanın Batı sınırının nerede başlayıp, nerede
biteceğini de resmi ağızdan ifade etmeyi
ihmal etmemiştir..!
Kuruluş aşamasında Kürdler ve Türkler kardeşçe yaşamaya
devam edecektir, diyen Atatürk, cumhuriyetin ilanı takip eden aylardan
sonra -1923’ün ortalarına doğru- verdiği
tüm sözleri unutup -önce- devlet kademelerinde görev yapan Kürdleri görevden
alarak yerine Türkleri yerleştirmiştir. Akabinde Kürd bölgelerindeki köy,
kasaba, şehir, dağ ve ova gibi yerel isimleri değiştirdikten sonra Kürd sözcüğünün eğitim ve hukuk sisteminden
çıkarılarak yasaklanmasını sağlamıştır.
Atatürk’ü temel direk gören Kemalistler, Atatürk’ün 1923
sonrası keskin dönüşünü henüz fark etmemiş olmalılar denebilir, ama işin aslı
öyle değil, sorun psikolojiktir, hipnoza uğramış, devşirilmiş kişiler aşamadığı
efendisini temel direk sanır.
Kürdlere bir sınır
tayin etmek imkansızdır, Turkiyeyi mahveder, ama özerklikler
olabilirler, diyerek Kürdlerin başta topraklarını, zihinlerini, hayalleri ve
umutlarını ele geçiren Atatürk’ü Kürd
vicdanında aklamanın yolu yoktur.
Bu nedenle Dersim celladına
“temel direk” demek ve Turki tezlerde çözüm aramak Kürdlere fayda sağlamaz.
Fikret YAŞAR
Kaynak:
· Kürtler ve
Türkler – Prof. Dr. Ahmet ÖZER
· Radikal
Gazetesi – Ayşe HÜR
· 2000’e Doğru
Dergisi
·
http://cebaxcor.blogspot.com/2013/10/nicin-ozerklik-sorusunun-cevab-tehcirde.html?spref=fb