kurdistan tarihi, felsefe, din,

14 Ekim 2013 Pazartesi

Atatürk Temel Direk mi ?



Kemalistlere göre Atatürk demokrasinin geliştirilmesi hususunda temel direk / referanstır.
Osmanlıda kendi kendini yöneten Kürdler  cumhuriyet döneminde Atatürk’ün siyasi manevraları ile topraklarından, zihinlerinden ve kişiliklerinden koparılıp uşak durumuna düşürüldü.  Oysa cumhuriyet öncesinde Kurdistan özelde Mir ve Mirlikler tarafından yönetilen ve kendi içinde bağımsız ama genelde İslam halifesine bağlı kadim bir diyardı.
Müslüman Arap, Turk, Fars ve Kürd hanedanlarının iktidarları döneminde halife emirnameleri gereği İslam ordusuna insan gücü sağlayarak din adına işgalcilere hizmeteden  Kürdler, Fransız devriminden sonra  Osmanlının başlattığı modernleşme hareketiyle beraber İslam ümmeti içinde sahip olduğu imtiyazları kaybederek soykırımlara  maruz bırakıldı. Kurdistanda görev yapan Osmanlı ordusunun büyük bir bölümü Kürdlerden oluşmasına rağmen din, mezhep farklılığı ve aşiretler arası çelişkiler sebebiyle birbirlerine karşı kullanıldı.
Tarihçi David Mc Dowal : ” Kürdler  Osmanlı emirlerine neden bu denli uydular..? ” sorusuna, “ Müslüman kimliğinin bu işte kuşkusuz büyük payı var! ” diyerek cevap vermiştir. Yine Mc Dowal’ın bildirdiğine göre  Osmanlının yıkılışı boyunca Kürdlerin sadakati devam etti, Ermeni soykırımı ardından gelen açlık ve salgın hastalıklar yüzünden 500 bin sivil, 300 bin asker olmak üzere toplam 800 bin Kürd  Osmanlı uğruna can verdi.
Osmanlıda bağımsızlıklarını alan diğer halklar gibi Kürdlerin de bağımsız olmaları beklenirken, din eksenli propagandalardan etkilenen Sünni çoğunluğun  Anadolu'da gelişen yeni oluşuma destek vermesi bu beklentiyi boşa çıkardı.
Ayşe Hür bir makalesinde Kürd–Türk ittifakını şöyle yorumluyor; Türk–Kürd ittifakının esas amacı binlerce yıl birlikte yaşayan Kürd-Ermeni ittifakını engelleyerek Kürdlerin bağımsızlık taleplerine mani olmaktı…” 
Hatta söz konusu ittifakı engellemek için 1915 soykırımında tetikçi ve hedef olarak Kürdler kullanılmıştır. Osmanlının 1.dünya savaşında yenilmesiyle beraber  1915 soykırımının hesabını vermek gibi ortak bir tehditle karşı karşıya bırakılan Kürdler, daha sonra Rus- Ermeni saldırısında Kafkas, Serhat ve Botan bölgelerini boşaltarak  Amed ve Musul vilayetlerine sığınmak zorunda bırakıldı.  Sonrasında bu alanlara "19. yüzyılın ilk yarısından başlanarak (Maraş, Antep, Malatya, Harput, Van, Erzerom, Kars, Ağrı ve Erzincan'a) önemli ölçüde Türk nüfus sızdırıldı. O gün için sızdırılan nüfus bugün bu illerde sömürgeci devletin fiili ve ideolojik varlığının dayanağı durumundadır." (http://cebaxcor.blogspot.com/2013/10/nicin-ozerklik-sorusunun-cevab-tehcirde.html?spref=fb   )
Türklerle Kürdler arasında kurulan şer ittifakın anlaşılabilmesi için Erzurum, Sivas kongreleriyle Amasya protoklünün bizi ilgilendiren kısımlarına göz atmak gerek.
Erzurum Kongeresi:
Erzurum kongresinin sonuç bildirgesi 8.maddesi ; “milletlerin kendi mukadderatını tayin ettiği bu devirde merkezi hükümetimiz de milletin iradesine tabi olmak zorundadır.”  Demektedir.  Kürdlerin ileride bağımsızlık dahil her türlü seçeneğe sahip olduğunu, konunun seçilecek yeni meclis üyelerince görüşülerek karara bağlanması gerektiği vaad ediliyordu. Ancak sonuç bildirgesinde yazılanlar kağıtta kaldı ve Turk meclisi hiç bir zaman bu konuyu gündemine almadı.
Kandırıldıklarını anlayan Kürdler -bu nedenle- silahlara sarıldı. 1920 de Cemilé Çeto ve İbrahim Paşa liderliğindeki isyanları 1921 deki Koçgiri isyanı takip etti...
Sevr antlaşmasında da Ermenilerle Kürdlerin aynı coğrafya üzerinde hak iddia ederek karşı karşıya gelmeleri Kemalistlerin işine yaramış ve muhalif güçler karşı karşıya getirilerek böl yönet politikasıyla oyun dışı bırakılmıştı.
Atatürk Nutuk’ta: ” Bağımsız Kurdistan kurulmasıyla ilgili hareket önlenerek ortadan kaldırıldı ve bu amaca hizmet edenler yola getirilerek Kürdlerin Türklerle birleşmesi sağlandı.” Der.
Milli mücadeleyi başarıyla sonuçlandıran Kemalstler Kongrelerde Kürdlere vediği sözlerden geri adım atarak şer ittifakı bozdu (1923). İlerleyen yıllardaki Kürdler karşı yürütülen politikada Rıza Nur gibi turancılar söz sahibi oldu. Şeyh Said isyanıyla beraber bu ırkçı ekip radikalleşerek Takrir-i Sükun dönemiyle Kürdleri yok sayıp Türklüğü dayattı.
Türk ırk temeline dayandırdığı ulus devlet modelini modernleştirmeyi hedefleyen  Turancı ekip, ürettiği resmi tezlerin tümünde başta Kürdler olmak üzere diğer halkları sistem içinde tutmak ve eritmeyi esas almıştı. Bununla Misak-ı milli sınırları içinde bin yıllık Turk İslam kardeşliğini tesis etmek, sınırların değişmezliği ve ortak paydalarda entegrasyonu gerçekleştirerek ortak vatanda birlikte yaşamak, amaçlanıyordu !
Bunu başarmak için tüm tarihi belgeler  tahrif edildi, adeta tarih yeniden yazıldı.
İngiliz tarihçi Edward H.Carr der ki: “ Tarih boş bir çuval gibidir, bu çuval içine koyduğunuz malzemeyle şekil kazanır.”
Amasya Protokolü:
Atatürk’ün Kürd politikasına dair pek bilinmeyen  bir başka belge ise Amasya Protokolüdür. (Ekim 1919)
Eylül 1919 Sivas Kongresinden sonra  Amasya’da buluşan Mustafa Kemal,  Rauf Orbay, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti ve diğer ilgili paşalar Kürd meselesini görüşürler.
Hazırlanan protokolün 1. Maddesinde; “ Osmanlı Devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırının (Misak-ı Milli) Türk ve Kürdlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürdlerin  Osmanlı toplumundan ayrılmasının imkanszılığı, bu sınırın en aşağı bir talep olarak kabul edilmesinin lüzumu ile müştereken kabulü. Bununla birlikte  Kürdlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve yabancılar tarfından Kürdlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güden hareketlerin önüne geçmek için bu hususun Kürdler tarafından bilinmesi uygun görüldü…” Demektedir. (Sonraki süreçte bu madde Turancılar tarafından Nutuk’tan çıkarılıyor.)
Atatürk ve arkadaşlarının 22 Temmuz 1922 tarihli gizli meclis celsesinde de -bağımsız Kurdistanı kurmak için İngilizlere karşı savaşan Mahmud Berzenci’yi kontrol altına almak için çaba sarf ettiği görülmektedir.  El Cezire-Kuzey Irak komutanlığına, “ Kürdlerin oturdukları bölgelerde hem iç, hem de dış siyasetimiz açısından göreceli olarak yerel yönetim biçimini uygun görüyoruz…” diyerek Guneydeki Kürdlerin gardını düşürüyor, ama İngiliz saldırılarına karşı da destek sağlaması gerektiğini de hesaba katmıyordu.

Atatürk’ün İzmit konuşması:
İzmitte gazetecilerle yaptığı konuşmada Kürd sorununun Türklerin çıkarına uygun olmadığını vurguluyor. Milli sınırlar içinde var olan Kürdlerin pek az yerde yoğun olduklarını, Türklerle hısım akrabalıktan dolayı Kürdler adına bir sınır çizmenin imkansız olduğunu, bunun yapılması halinde Türkiye'nin mahvolacağını, “Teşkilat-ı Esasiye Kanununa” göre yerel özerklik hakları tanınarak bu sorunun çözülebileceğini, zira Meclisin sahibinin hem Kürd, hem de Türk vekiller olduğunu bu iki halkın kaderlerini birleştirebileceğini dile getirmiştir.

Araştırmacı Ayşe Hür ise konuyu şöyle aktarıyor: “… Başlı başına bir Kürdlük düşünmektense Teşkilatı Esasiye Kanununa göre bir tür yerel özerklikler oluşturularak bu sorun çözülebilir. Aksi taktirde ifade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait bir durum yaratmaları daima mümkündür. Meclisin asli unsurları bu iki halkın vekillerinden oluşmuştur, bu iki unsurun çıkarları ve kaderleri aynıdır. Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz…
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından 1980’lerde yayınlanan 2000’e Doğru Dergisinde ise yukarıdaki ifadelerden biraz daha farklı olarak :” Mersin ve Sinop arası Kürdlerle Türkler arasında bıçak sırtıyla bir sınır çizmek zordur, zira bu iki halk hısım ve akrabalıkla birbirine öylesine karışmışki onları ayırmak Türkiyeyi mahveder… ” açıklanıyordu.
İki Halkın ayrılması hainde turkiyenin mahvolacağını düşünen Atatürk, izlediği politikayla da ihya olunamayacağını ne yazık ki düşünememiştir. Mersin, Sinop arasına bıçak sırtıyla bir sınır çizip Kürd ve Türk’ün ayrılmasını engellemiş, ama, ne iyi ki bu iki halkın ayrılması halinde Kurdistanın Batı sınırının nerede başlayıp, nerede biteceğini de  resmi ağızdan ifade etmeyi ihmal etmemiştir..!
Kuruluş aşamasında Kürdler ve Türkler kardeşçe yaşamaya devam edecektir, diyen Atatürk, cumhuriyetin ilanı takip eden aylardan sonra  -1923’ün ortalarına doğru- verdiği tüm sözleri unutup -önce- devlet kademelerinde görev yapan Kürdleri görevden alarak yerine Türkleri yerleştirmiştir. Akabinde Kürd bölgelerindeki köy, kasaba, şehir, dağ ve ova gibi yerel isimleri değiştirdikten sonra  Kürd sözcüğünün eğitim ve hukuk sisteminden çıkarılarak yasaklanmasını sağlamıştır.
Atatürk’ü temel direk gören Kemalistler, Atatürk’ün 1923 sonrası keskin dönüşünü henüz fark etmemiş olmalılar denebilir, ama işin aslı öyle değil, sorun psikolojiktir, hipnoza uğramış, devşirilmiş kişiler aşamadığı efendisini temel direk sanır.
Kürdlere bir sınır  tayin etmek imkansızdır, Turkiyeyi mahveder, ama özerklikler olabilirler, diyerek Kürdlerin başta topraklarını, zihinlerini, hayalleri ve umutlarını ele geçiren  Atatürk’ü Kürd vicdanında aklamanın yolu yoktur.
Bu nedenle Dersim celladına  “temel direk” demek ve Turki tezlerde çözüm aramak Kürdlere fayda sağlamaz.

Fikret YAŞAR
Kaynak:
·         Kürtler ve Türkler – Prof. Dr. Ahmet ÖZER
·         Radikal Gazetesi – Ayşe HÜR
·         2000’e Doğru Dergisi
·         http://cebaxcor.blogspot.com/2013/10/nicin-ozerklik-sorusunun-cevab-tehcirde.html?spref=fb