kurdistan tarihi, felsefe, din,

9 Nisan 2018 Pazartesi

Dinler Klasik Eğitim Modelidir!


Özgün düşünce ve kültür kodlarını yitirerek sürü psikozunda yaşamını sürdüren bir toplum sorunlardan ve mağduriyetten kurtulamaz!

Çevremdekilere bakınca hala dinin bir eğitim-müfredat ya da insan programlama sistemi olduğunu anlamakta zorlandıklarını görüyorum. Çünkü sanal korkulardan öylesine etkilenmişler ki, kendilerine dayatılan ezberleri sorgulamıyor hatta dokundurtmuyorlar.
Sebebi: Korku ve tabular!
Cin, melek, şeytan, günah, kitap, kabir, cehennem vb gibi sanal korkular, tabular yaratır, tabular da robotlaştırarak kişiyi ve toplumu sürü psikozuna sokar.
Demek ki sürü olmanın sebebi sanal korkulardır.
Sanal korkuların amacı motivasyonu sağlamaktır. İlkel toplumlar birey ve toplum yaşamına standartlar getirmek ve bu standartları pratize edebilmek için sanal korkular üretmiştir. Tüm bunlar inanç kodları üzerinden yürütülerek ezberlerle düşünce tutsak edilmiş, bununla da birey ve toplum idare edilmiştir.
Bu da gösteriyor ki dini doğuran esas sebep, insan formatındaki varlığın birey ve toplum halinde yaşamını düzenleme ihtiyacıdır.
Kuranda tanrıya atfedilen " OKU" direktifinin amacı bilgilenmek ve kendini tanımaktır. 'Oku'dan kasıt kişi ve toplumun farkındalık yakalamasıdır, zira bilgi doğru yaşam için gerekli olan prensipleri içerir. Bilgi, tüm değerleri biçimlendiren bir kavram olduğu gibi, akıl ve vicdanı hâkim kılarak sahip olduğumuz formatı biçimlendirir. Öz farkındalık yaratarak, öz denetim ve öz yönetimle kişiyi insan yapar ve kemale erdirir.
Âdem’den Muhammed'e kadarki süreçte din kavramı çerçevesinde uygulanmak istenen müfredat da budur. Anlaşıldığı gibi içeriği de ahlaktır. Zira geriye dönüp baktığımızda pozitif bilimler ile sosyal bilimler henüz gelişmemiş, standartlaşmamış ve bir sistematiğe sahip olmamışlardı, yani eğitim-öğretim henüz kurumsallaşmamıştı. Bilinen tek ve önemli şey iyi-kötü ayırdında güzel ahlakı oluşturan prensiplerdi.
Bu da mabetlerde klasik bir eğitim sistemiyle kurumsallaştırıldı.
Tıp, matematik ilkel haliyle ihtiyaçlar düzeyinde seyrediyordu. Hanedanlar ya da mabetler dışında bilgiyle ilgilenenler yok denecek kadar azdı.
Din Bir Klasik Eğitim midir!
Klasik eğitim, dinler vasıtasıyla yürütülen ve sadece ahlak bilgisi içeren eğitim sürecidir, zira geçmişe baktığımızda eğitim kurumsallaşmamış ve ayrıca eğitim-öğretim sadece birey ve toplum yaşamını düzenleyen ahlaki bilgiler çerçevesinde yürütülmüştür. Bu dönemde pozitif bilimlerin yanı sıra sosyal bilimler de henüz dikkate değer düzeyde değildi. Eğitimde aslolan ahlaki değerlerdi, bilim ve teknolojinin esamesi okunmuyordu. Günümüzdeki eğitim sisteminde ise ahlaki prensiplerle beraber pozitif bilimler, sosyal bilimler ve bunların geliştirdiği bilim ve teknoloji birey ve toplum yaşamını biçimlendirmektedir. Bir tarafta bilimlerle zenginleştirilmiş bir eğitim, diğer tarafta doğa üstü güçlere dayandırılan sanal korkular ve bunun yarattığı yasam tarzından esinlenerek kalıplaştırılmış ve değişimi yasaklanmış klasik bir sistem..!
Ancak şunu da belirtmek gerek; Klasik dönemin sonuna baktığımızda en kapsamlı eğitim sisteminin Muhammed ile ortaya çıktığını görürüz.
Eğitimi branşlara ayırarak teori ve pratiği gerçekleştirebilmiştir. Sistemi namaz, abdest, oruç, zekât, hac vb gibi müfredatlara gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Namaz ile, otorite ve prensiplere biat ederek uysallaşmayı, abdest ile gündelik temizlik ve bakımı öğrenmeyi, oruç ile empati ve sorgulamayı, zekat ve kurban ile yardımlaşma ve paylaşmayı, hac ile bilgiye ulaşmayı öğretmeye çalışmıştır (çok gezen, çok bilir, düşüncesi doğrultusunda insanlar seyahate yönlendirilmiştir. Zira o dönemde okullar olmadığı için gezerek, görerek, tanışarak bilgiye ulaşmak mümkündü). Muhammed böyle bir eğitim sistemi ile birey ve toplumu ahlaki prensipler doğrultusunda eğitmeye çalışmış, ancak motivasyon aracı olarak doğa ustu güçlere dayanan sanal korkuları kullanmıştır. Amaç ve anlam birey tarafından kavranmadığı için süreç içinde şekilden başka bir şey kalmamış, aksine tersi bir reaksiyon gelişmiştir. Bugün Fas’tan Afganistan’a kadar olan İslam coğrafyasının sorunlu olmasının ve insanların kurtuluşu batıda aramasının esas sebebi  teori ve pratiği uyuşmayan yozlaşmış kültür mirasıdır.
Akıl ve irade devreye girmeli!
Demek ki esas sorun din aracılığıyla hâkim kılınan klasik eğitim sisteminin yozlaşması, anlaşılamaması ve sanal korkularla hala bu eğitim sisteminin devam ettirilmesidir!
İçselleştirilmiş korkular ezberlerin terk edilmesine engel oluyor, bu korkulardan olsa gerek düşünen, sorgulayan, araştıran, deneysel değerlendirmelerle ileriye yönelik projeler üreten bir kültür mirasına sahip olamadık. Yani aklı egemen kılamadık.
Çünkü; Yuja Dab’ın dediği gibi:” yerine düşünen biri var, bir amacın yok, zaten birileri yolunu çizmiş, hayatta bir duruşun olmadı, nerede durman gerektiğini söylediler, soru sormayı ve merak etmeyi bilmiyorsun, sana paketlenmiş cevaplar sunuyorlar, bu yüzden de bir şeye sahip değilsin, birilerinin bir şeyisin. Harıl harıl konuşsan bile, başkalarının dilisin.”
Din bir disiplin midir!
Disiplini cezalandırmayla özdeş düşünüyoruz. Oysa disiplin davranışları terbiye etme amacı taşır ve eğitimin özüdür.  Din aracılığıyla yapılmak istenen de budur. Ayrıca disiplin salt cezalandırma değildir, ödül, ceza, uzmanlık ve statüyle gerçekleşir.
Disiplin, ilkel komünal yasamla beraber insan yaşamının bir parçası olmuştur. Akıllı insanlar birey ve topluma rehberlik yaparak yasamın insani formata uygun olmasına katkı sunmuşlardır, bu nedenle de hepsini saygıyla anıyoruz. Ancak onların bıraktığı mirasa yapışmak yerine, akıl, vicdan ve bilimle zenginleştirilmiş modern eğitime itibar etmemiz gerektiğini görebilmeliyiz. Mutezile mezhebinin kurucusu Kadı Abdül Cebbar der ki:” Akla ve bilime dayanmayan şey itikat-inanç konusu olamaz.”
Muhammed İkbal de:" Her Müslüman koltuğunun altında Lat. Uza, Mena vb gibi bir sürü put taşımaktadır." Der.
Bilmeliyiz ki tüm dinler, ibadetler, disiplinler ve eğitimlerin amacı insanı terbiye ederek ahlaklı olmasını sağlamaktır. Yani dinin gerçekte ne olduğunu anlayabilirsek eğer, aslolanın insan olduğunu fark edeceğiz, rengi, dini ve ırkı ile insanın ötekileşmemesi gerektiğini öğreneceğiz. Bize dayatılan sanal korkuların gereksizliğini ve zararlarını fark edeceğiz. Günümüzde motivasyonun sanal korku ve tabularla değil, statü, bilgi, uzmanlık, ödül ve cezayla gerçekleştiğini de öğreneceğiz.
Kısacası, bize din-ibadet diye dayatılan disiplinlerin aslında davranış ve yaşantımızı düzenlemeye yönelik müfredatlar olduğunu fark edebilirsek eğer, rolümüzün de farkına varacak ve değerleri kült yapmaktan da vazgeçeceğiz.
Korkularımıza esir düşerek değerleri putlaştırmaktan vaz gecelim. Vazgeçelim ki gelecek nesillere düşünmeyi öğretebilelim. Düşünmeyi öğrenenler, sorgular, araştırır, dener ve toplumu ileriye taşır.
Gelecek nesillere böyle bir kültür mirası bırakabilirsek eğer, tanrı ve toplum nezdinde kıymeti harbimeyiz olur, aksi takdirde sürünün bir üyesi, bir figüran gibi yasayarak bu dünyadan göçeriz.
Kurtuluşa ermenin tek yolu düşünmeyi, sevmeyi ve korkmamayı öğrenmektir.