kurdistan tarihi, felsefe, din,

17 Ocak 2016 Pazar

MİLLİYETÇİLİK ..! (Tanrısal Buyruk mudur?)


Hücürat süresi 13 ile Rum süresi 22. ayetlerde “ sizleri kavimlere ve dillere ayırdık...” denilerek farklılıkların ilahi buyruk olduğuna  dikkat çekilmektedir.
Bu ayetlere göre kişi kavmi-milli haklarına sahip çıkmalı, korumalı ve yaşatmalıdır, aksi takdirde başkasına özenir veya benzemeye çalışırsa eğer, ilahi emre karşı gelmiş olur ki bu da  “şirk’e” girer.
Siyaset bilimi ve tanrı tanımazlar buna ehemiyet göstermeyebilirler, ancak coğrafyamızda kahir ekseriyet -farklı dinlere mensup olsa bile- inançlıdır ve kavmi farklılıkların insan arzusuyla değil, ilahi buyruk olduğuna inanır.
Kavmiyetçilik ya da milliyetçilik; Genellikle ırkçılık, faşistlik ve bölücü-bozgunculukla karıştırılmaktadır. Bu görüş ard niyet taşır ve  yanlıştır, zira milliyetçilik, kimlik ve kültür değerlerinin süreç içinde kişiye kazandırdığı rol-aidiyettir. Bu aidiyet dil, tarih ve kültür bağlarından oluşur, aileden başlayarak beli bir coğrafyada gelişen  sosyal birikimlerin sonucunda  millet veya ulusa dönüşür...
Kişinin sahip olduğu kültürel değerlerle kendini toplum içinde bir yere ait görme arzusu ve bu arzu etrafında rol alıp hayatı organize etmesi neden kötü olsun ki? Elbette ki bu arzu şiddetlendiğinde, yani egoist karektere büründüğünde zararlı hale gelir, bu da rededilmeli, çünkü aşırısı  ırkçılığa girer. Irkçılık, kişinin kendi kimlik ve kültür değerlerini kendinden olmayanlara dayatması ve bu konuda zora başvurmasıdır ki, Kürdler asla buna tevessül etmedi, etmiyor.
Kürd milliyetçiliği zora, inkara ve soykırıma karşı ortaya çıkmış meşru bir tepkinin dışa vurumudur, bu haklı tepkiyi ırkçılık ve bozgunculuk gibi göstermek işgalcilerin psikolojik savaş planıdır, üzücü olan da buna muatsyona uğrayan Kürdlerin  alet olmasıdır.
Milliyetçiliğin ortaya çıkışı genellikle Fransız devrimiyle ilişkilendiriliyor, bu da yanlıştır, zira Kürd düşünür Ehmed-é Xani bundan yaklaşık üç yüz yıl önce “ Mem u Zin” adlı eserinde millileşmeye dikkat çekmiştir.
“Ger dê hebûya me îtîfaqek =>” Şayet  ittifak halinde olsaydık,
Vêkra bikira me inqîyadek  =>    Bir yönetim altında birlik olurduk,
Rûm û ecem û ereb temamî=>  Rum (tırk), Acem ve Arapların tümü,
Hemiyan ji me ra dikir xulamî=> Hepsi bize hizmet ederdi,
Tekmîl dikir me dîn û dewlet=>  Din ve devleti  düzenler,
Tehsîl dikir me ‚îlm û hîkmet”=> Bilim ve teknolojiyi geliştirirdik...”
Xani’ye göre bize hizmetçilik yapması gerekenlere şimdi biz hizmetçilik yapıyoruz, çünkü devletimiz yok, çünkü milli yönümüz bin küsur yıldır din sandığımız arap kültürüyle törpülenmekte ve bu yüzdende kendimize yabancılaşıp egemenimize hizmet etmekteyiz.

Millileşmeyen devletleşemez, özgürleşemez ve dolayısıyla kaderi xulamlık-uşaklık olur.

Şu kesin ki, milliyetçiligin ve devlet olmanın kötü olduğunu söyleyenler Kurdistanı işgal edenler ve destekçileridir. Zira millileşerek devletleşmek göçmenlerin yüzyıllardır sürdürdüğü işgal ve talanı sonlandıracaktır. Kazanımlarından vazgeçmek istemeyen Kemalistler ve cemaatćiler Kürdlere millileşme ve devletleşmeyi bu sebepten kötü göstermekte ve bu uğurda aidiyet sorunu-sendromu yaşayan Kürdleri kullanmaktadırlar.
Facebook sayfama arkadaşlarımdan biri milliyetçilikle ilgili şu yorumu yapmış: “ En cok kendi çocuğumu severim; bu diğer çocuklari sevmediğim anlamına gelmez; zira kendi çocuğumu koruma ve kollamak, benim ilk görevim, bu diğer cocuklari korumama engel olmaz,  milliyetcilik budur işte.” E.A. Aksoy
Doğrudur, zira millilik ailede ortak duygu ve degerlerin bir kimliğe ve kültürel standarda  bürünmesiyle  deger kazanir. Kim kendini ailesinden, soy kütügünden ve akrabalık bağından soyutlayarak yaşamak ister ki?  Bu psikoz içinde bulunanların geçmişleri sorunlu olsa gerek, ya da bu tipler mürit-köle ruhlu olmalı. Halk arasinda da bu tur kışilere " h...zade" derler.  Öyle ya cami avlusuna bırakılan ve yetiştirme yurtlarında şedid bakıcıların ellerinde sevgiyi tadmadan büyüyen ve empoze edilen resmi değerlerle biçimlenen birileri için aile, soy ve kan bağı bir şey ifade etmez ki...
Aidiyet arayışı içinde oraya buraya koşuşturan ve örgütsel tuzaklarda kendilerine empoze edilen değerlerle devşirilen gençler için de soy ve kan bağı bir şey ifade etmez. Nitekim yeni yetme gençlerin büyük çoğunluğu bu psikoz içinde kendine düşman.  Dikkat edilirse eğer,  aidiyet ihtiyacı doğrultusunda  örgüt ve partilere katılan gençler  empoze edilen yeni kimlikle kendilerine yabancılaştırılınca söylem ve amaçları değişiyor. Örneğin: Dağa çıkmadan önce Kürd, çıktıktan sonra önlerine konulan “halkların kardeşliği” teziyle anti-Kürdistani kişiliğe evrilen gençler...
Milli bilinçten yoksun kişi ve kesimler için “ amaca giden her yol mübahtır”. Kürdler adına siyaset yapanların Kemalist solun direktiflerine uyarak, Kurdistani paradigmadan vazgeçip beraber yaşamanın gerekliliğini savunması da bunu gösteriyor.  Ne acıdır ki, bağımsız Kurdistan idealinin revize edilerek Kemalist turk solu ve kavramları üzerinden demokratik özerklik projesiyle Kurdistan sorununun insan hak ve özgürlükleri seviyesine indirgenmesi  Kürdlerde pek rahatsızlık yaratmıyor. Milliyetçiliğe ve Kürd sosyolojisine ters düşerek  Kürd ve Kürdistan gerçekliğinden uzaklaşılması  sorgulanmadığı gibi, HDP çatısı altında geliştirilen ve Kürdleri sistem içinde eritme amacı güden  “Halkların Kardeşliği”  planına da tepki gösterilmiyor.  ‘Ne de olsa Kürdler adına siyaset yapılıyor’ zannı hakim.
Şu bir gerçek ki  Kürdler ilk kez PKK ile beraber  kitleselleşerek dört parçada örgütlü büyük bir özgürlük hareketi  başlattı. İlk ortaya çıktığında da büyük bir umut vaad etmişti, ancak bu pozitif etki doksanların sonunda yerini  siyasi belirsizliğe bıraktı. Çünkü milli bilinç işlenmedi. Bu durumdan milli hasletleri olan kesimler  demoralize oldu ve harekete karşı güvensizlik oluştu, bu nedenle  de eylemlerde örgütün arzuladığı kitlesel tepki  eskiye oranla daha düşük. Nitekim Duran Kalkan iki gün önce,  “bu saldırılar karşısında halk neden sokaklara dökülmüyor...” diyerek tepkisizliğe karşı hayalkırıklığını ifade etti.
Öte yandan  turk islamcılarının yedeğinde kalan aydınlar ve dini cemaatler  de sahte bir "ümmetçilik ve İslam Kardeşliği" anlayışı ile Kürdleri devlete entegre etmeye çalışırken milliyetçiliğin dine aykırı olduğunu, Kürdlerin milliyetçilik yaparak ümmeti bölmemeleri gerektiğini söyler dururlar. Ümmet birliği ve halkların kardeşliği tezleri  teorik olarak doğru ve kulağa hoş gelebilir, ancak her teorinin ıspatlanması gerek. “Ümmet birliği” tezini ıspatlaması gerekenler kendi aralarında bölük, pörçük. Çok istiyorlarsa önce 22 arap devletini birleştirsinler de sonra Kürdlere önersinler. Halkların kardeşliği tezi de en az ümmet birliği gibi ütopik bir tezdir, zira bu da henüz dünyada karşılık bulmuş değil, ayrıca bunun da ümmet birliği gibi  işgalcilerin Kürd milliyetçiliğini bastırma ve işgali meşrulaştırıp iktidarlarını devam ettirme  planı olduğu ortada.
Kısacası, milliyetçilik ve devlet kötüdür, ümmet ve  kardeşlik hikayeleri gibi sihirli söylemler Kürdleri hipnotize etmek için kullanılmaktadır, bin küsur yıldır eziliyor olmamızın yegane sebebi bu sihirli sözler değil mi..? Arap ve turk işgalciler bu sihirli sözcüklerle Kürdleri sevk ve idare ederek köleleştirmediler mi?
 Bu da gösteriyor ki, ne zaman Kurdler arap ve türk kültür emperyalizminin etkisinden ve ezberlerinden kurtulurlarsa o zaman millileşirler.
Ayrıca, Kurd milliyetçiliği türk ve arap milliyetçiliği gibi işgalci, saldirgan, ganimetçi, tecavüzcü, başkesen, talanci ve inkarcı degildir, kimsenin toprağında, namusunda, dilinde  ve kültüründe gözü yoktur, bu nedenle Kürd milliyetçiliği pozitiftir...
Kendi topraklarında var olmak ve kendilerini yönetmekten  başka gayeleri olmayan bu barışçıl halkın dünya barışına olumlu katkılar sunacağı muhakkaktır, zira Ortadoğuda demokrasiyi  içselleştirecek iki halktan biri de Kürdlerdir.