kurdistan tarihi, felsefe, din,

16 Ağustos 2021 Pazartesi

KÜRESELLEŞME ve ÇEVRE SORUNLARI..!

 


Küreselleşme ve buna bağlı gelişen çevre sorunları, içinde bulunduğumuz yüzyılda dünya gündemine oturmuştur.

Küreselleşme politik, ekonomik, kültürel, teknolojik ve tüm toplumsal gelişmeleri tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Sermayenin serbest dolaşımını sağlamak için, çok uluslu şirketlerin kullandığı bir propaganda sloganı olsa bile, ulusal sınırların önemini ortandan kaldıran ve dünyanın çehresini değiştiren bir süreçtir.

Çevre / iklim sorunları ise bilim, teknoloji ve buna bağlı endüstrinin ileri bir boyut kazanarak dünyanın geleceğini tehdit eden kirlenme ve bozulma süreci olduğunu söyleyebiliriz.

Amerikalı siyaset bilimci ve düşünür F.Fukuyama küreselleşme ideolojik savaşlara son verecek, demişti.  İnsanlık tarihinin aynı zamanda savaşlar ve göçler tarihi olduğunu, savaşların önce küçük  kavgalarla başladığını, sonra hanedanlar, krallıklar, imparatorluklar ve en son ulus devletler tarafından sürdürüldüğünü söyleyen Fukuyama, bu süreç sonunda savaşların  ve tarihin de bittiğine dikkat çekiyordu.

Başka bir Amerikalı siyaset bilimci olan S.Huntington buna itiraz ederek, savaşların yeniden başlayacağını, hem de bu savaşların büyük boyutta olacağını  ileri sürmüştü.

S.Huntington, eskiden devletler savaşırken önümüzdeki süreçte kültürler dinsel fay kırıklarıyla çatışacak., diyordu. 

Bu iki siyaset bilimci bunları tartışırken henüz IŞID gibi radikal dinci örgütler piyasaya çıkmamıştı.

Elbette sadece İslami örgütler şiddete başvurmuş değildir. Hıristiyanlık ve Yahudilikte de savaş ve terör eylemlerini meşrulaştıracak söylemler vardır. Bu nedenle dine dayalı savaş ve terörizmi sadece İslam için ileri süremeyiz. Nitekim S.Huntington en büyük çatışmanın batı medeniyetinin dayandığı Hıristiyanlık ile Ortadoğu medeniyetinin dayandığı İslam arasında geçeceğini söylüyordu.

Hıristiyan batı, Rönesans’ın açtığı yolda bilim ve akıl ile dini radikalleşmeyi törpülerken, -ne yazık ki- İslamist güçler dogmatizmle beslediği kitleleri radikalleştirerek dünyaya terör ve savaşı dayatmış ve ihraç etmiştir. Nitekim  11 Eylül Newyork saldırısıyla batı İslam’a karşı gardını güçlendirmek için, Arap baharıyla kendi demokrasi kültürünü İslam coğrafyasına taşıyıp, yaygınlaştırarak sosyo-ekonomik bir savaşa öncelik vermiş ve beraberinde radikalleşen kitleleri kendi içinde çatıştırıp, kullanma yolunu seçmiştir.

Çünkü günümüz dünyasında sosyo-ekonomik, teknolojik ve enformatik gelişme küreselleşmede belirleyici rol oynuyor, dolayısıyla bu alanda güçlü olan savaşı da kazanmaya daha yakın olur.

Böyle olunca ülkeler veya gücü elinde bulunduran odaklar, süreci kendi lehlerine çevirmek için ellerindeki bilim, teknoloji ve enformasyon içeren tüm kozları kendi çıkarları için  değerlendiriyorlar.

Geri kalmışlığımız ve sanayide ithal ikameci bir toplum olmamız bizi kısmen bağımlı kılıdığı için,  küreselleşmede büyük güçlerle boy ölçüşmek yerine tabi olmak zorunda kalıyoruz.  Ancak AB, ABD ve NATO gibi güçlerin şemsiyesi altında bizden daha geri kalmış komşularımıza ve muhaliflerimize de horozlanarak tatmin olmaya çalışıyoruz.

Nihayet son zamanlarda meydana gelen ve iklim sorunları diye ifade edilen orman yangınları, sel felaketleri vb gibi doğal afetler karşısında gücümüz olmadığını ve dünyanın da bizi kıskanmadığını fark ettik.

20 yıldır sürdürülen gerici eğitim anlayışıyla iklim değişikliğinin ve yarattığı sorunların duayla bertaraf edileceğine inandırılmıştık, ta ki orman yangınlarında Cübbeli’nin reçetesinin yandığını görünceye kadar! 

Uyanmışlarsa bilim ve aklın gücü olmadan savaşlara ve doğal felaketlere karşı korunamayacağımızı da düşünmeye başlamışlardır, herhalde.

İnsanoğlu tarihsel süreçte hem kendisi ve hem de doğayla savaşmıştır.

Cehalet savaşlarında önce birbirlerini yenmeye ve savaşmaya başlamış ve kendisiyle olan mücadelede örgütlenerek aşiret, millet ve devlete giden süreçte silahları, silahlar savaşları, savaşlar da göç ve uygarlıkları ortaya çıkarmıştır.

İkinci savaşında ise doğaya karşı mücadele ederek doğayı ıslah ve kontrol etmeye çalışmıştır.

Doğa ve insanla savaş bilimi, bilim teknolojiyi, teknoloji ise sanayileşmeyi, yani fabrikalaşma ve endüstriyi geliştirerek çevre sorunlarına yani dünyanın hızla kirlenmesi ve iklim değişikliğine sebep olmuştur. Nitekim son orman yangınları ve sel felaketlerinin sebebi de doğaya karşı yürütülen savaştır.

Kazdığımız kuyuya düşüyoruz!

Yangınlar ve sel felaketlerindeki hazin tabloları dikkate alıp doğayla barışma süreci başlatacak iradeyi göstermek için, geç kalmış değiliz, eğitim ve enformasyon seferberliği toplumsal farkındalık yaratmaya yeter, çünkü başka yaşanacak dünya yok.

Sadece doğayla barışmak yetmiyor, insanla da barışmak gerek. İnsan hakları ve demokrasiyi içselleştirerek, çevre bilincini geliştirip insan ve doğayla barışmanın yollarını da tartışabilmeliyiz.

Yakın çevremizden başlayarak, bireysel ölçekte doğa ve insanla etkileşimde ne kadar bilinçli, gözetici ve yapıcı olduğumuzu düşünme vaktidir. Zira yerelden tüme doğru evirilen bir sorunla karşı karşıyayız. İklim/çevre sorunlarının insan üzerindeki etkilerinin en yoğun yaşandığı alanlar sadece kırsal kesimler ya da piknik alanları da değil, yerleşim birimleri olduğunu da bilmemiz gerek.

Yerleşim birimlerinin su, enerji ve ham madde kullanımı ekolojik tahribatı arttırdığı için, nüfusun temel ihtiyaçlara erişimi tehdit altına girmektedir.  Özellikle kırılgan nüfusun barındığı varoşlar gibi dirençsiz yaşam bölgeleri bu durumdan daha çok etkilenmektedirler. Bu alanların kentin diğer bölgelerine göre teknik altyapısının daha yetersiz, kentsel hizmetlere erişimde de daha kısıtlı mekânlara ve imkanlara sahip oldukları bilinmektedir.

Şöyle bir dönün, yaşadığınız çevreye bakın, eminim ki bu gerçekliği görürsünüz ve ayrıca sorunları saymakla bitiremezsiniz, ama unutulmamalı ki bu sorunları yaratanlar yine bizleriz, doğa değil. Altyapı ve sosyalizasyon  hizmetlerini yerel ya da merkezi otoriteye havale ederek sorunun içinden çıkamayız, zira tüm sorunların çözüm iradesi ve başarısı bilinçli ve örgütlü olmakta yatar.

Bu sorunlarlailgili farkındalığının oluşmasında sosyal bilincin önemli bir etkisi vardır.  Farkındalığın arttırılması için, özellikle eğitim kurumlarında çevre sorunlarının işlenmesi, stk’lar ve iletişime açık sosyal alanlarda göz önünde bulundurulacak materyallerin sergilenmesi önem arz ediyor.

Gelecek nesillere temiz bir çevre ve korkusuz bir gelecek bırakmanın tek yolu bilinçlenerek farkındalık yaratmaktır, aksi takdirde milliyetçi hezeyanlar, yangınlar, sel felaketleri ve depremlerle ölmeye ve öldürmeye devam edeceğiz.

Dolayısıyla huzurlu bir yaşam için, doğa ve insan odaklı düşünmeli ve otoriteleri buna zorlamalıyız.

Yoksa acı ve hüzün kaderimiz olacaktır.

Fikret YAŞAR


 Kaynak: "Yerel Küresel Döngü"- Prof.Dr.A.ÖZER


2 Ağustos 2021 Pazartesi

EĞİTİMDE KADRO, KAYNAK ve MEKANIN ROLÜ!

 

                                                                                                
                                                                

Yenilenmek için değişim gerek, değişim için, eğitim şart..!

Değişen dünya ve hayat koşulları akla ve bilime iltifat edip, sorgulama ve araştırmayı dayatıyor, bu da esaslı projeler üretip toplumla buluşturmayı sağlıyor.

Bunu başarabilirsek eğer, gelişen batı toplumları gibi aklı ve bilimi egemen kılarak gelecek nesillere deneysel bir miras bırakabiliriz. Ancak görünen köy yakın gelecek için umut vermiyor.

Bizim gibi geri kalmış toplumlarda insanla uğraşmanın, eğitim ve öğretim işinin zorluğu üstüne tartışmalar sürerken, gelişen toplumlarda öğretme ve eğitme işinin kolaylığı gözler önüne sergileniyor. Çünkü gelişmiş toplumlar, eğitim ve öğretim sistemlerinde aklı ve bilimi referans almışlar. 

Bazı eğitimcilere göre öğreten, ne öğretmesi gerektiğinin farkındaysa, liyakat sahibiyse, nasıl öğretmesi gerektiğini biliyor ve konuya da hâkimse eğer, bildiklerini aktarabilir. Buna göre öğretme bir bilim, öğretmen de bir bilim adamıdır.

Bir başka görüşe göre de, öğretenin özel yeteneklerinin olması gerekiyor ve bu özel yetenekleri bir sanatçı edasıyla pratize ederek, öğretme işini daha anlaşılır hale getirebiliyorsa, öğreten aynı zamanda bir sanatçıdır. Bu iki iddiayı yan yana getirdiğimizde öğretmen hem sanatçı, hem de bilim adamıdır, diyebiliriz. Çünkü öğretmen; Sanatını sergileyerek, bilimini öğreterek,  eğitim hizmetini kontrol eder. Ancak bu iki özellik insanla özdeşleştiğinde onu tamamlayan esas ayağın karakter olduğu da unutulmamalıdır. Zira kişi ne kadar bilgili ve ne kadar sanatçı olursa olsun sahip olduğu kişilik özellikleri yaptığı işi değerli kılar, dolayısıyla öğretme işi yalnızca öğretenin kendi sahasında yeterli olması değil, kişiliği de önem kazanır. Öğretme sırasındaki tutumu, tavrı ve genel kişilik durumu yeterli değilse, öğrenciler üzerinde etkiye sahip olamaz.

Sonuç: Güçlü karaktere sahip bir öğretmen hem bir sanatçı, hem de bir bilim adamıdır.

Ayrıca, aynı zamanda "bilginin" elçisi olmaktır, öğretmenlik.

Bilgi ise mikrodan makroya tüm canlı ve cansız varlıkları var eden, şekillendiren, programlayan, yani kader biçen, biçim kazandıran, değişim dönüşüme tabi tutan, zamanlayan, formüle edip şifreleyen ve bize şah damarımızdan daha yakın olan güçtür. Her atom, her molekül ve her zere-i mıskalda şifrelenmiş bilgi vardır, her bir şifre farklı bir oluşuma ve kimliğe sebep olmuştur. 

Varoluşun sebebidir bilgi!

Bu varoluş hikayesinde insanın farklı bir role sahip olduğunu görüyoruz. Bu rol bilgiyi işleme ve dönüştürme rolü, bu da ona tanrısal vekaleti, yani yaratıcı rol kazandırıyor. Nitekim kutsal kitapta der ki (Bakara 30):’ yeryüzünde kendime bir halife/vekil tayin ettim.’ Ancak bu tanrısal vekâlet yetkisini kullanabilmenin tek yolu bilgiyle tanışma, özümseme ve aydınlanma, yani ham halden mamul hale gelmedir.

İşte bu ham hali mamul hale getiren aktör  yönetim kadrosu, öğretmen ve eğitim sistemidir.

Kısacası bilgi; İnsanı insan eder.

Geçen cumartesi günü “Yüksekova’daki ÖZEL Matematik Bilim Kursunda (Final Dershanesi) 2021 yılı üniversite seçme ve yerleştirme sınavlarında başarılı olan gençlerle buluşma toplantısına katıldım.

Tıp, mühendislik, hukuk ve diğer bölümleri kazanan öğrencilerin sayısı sevindirici düzeydeydi ve bu nedenle de Yüksekova adına gururlandım, zira okumaktan, bilgilenmekten başka şansımız olmadığını düşünüyorum, bizi içinde bulunduğumuz mağduriyetlerden ancak eğitimdeki başarılar kurtarabilir.

Eski adıyla dershanelerin, yeni adıyla kursların bu başarıdaki rolleri yadsınamaz.

Dershane/kurslarımızın başarıya süreklilik kazandırabilmeleri için, devlet okullarıyla rekabet koşullarında yerelde uyum sağlamaları gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu uyum ilçenin eğitimdeki kalite standardını belirleyecektir. Bunun için kadro, kaynak ve mekân gibi faktörlerin güçlü bir iletişim ve donatıya sahip olması gerekiyor. Dershaneler birliği yönetimiyle taçlandırılıp toplumun özel öğretim kurumlarına olan güveni sağlanmalıdır. Ayrıca bu kurumları yerel rekabet koşullarında toplumsal değer ve sorumluluklarımızın bilinciyle geliştirip markalaştırmak arzusu da taşımalıyız, zira başka türlü bilinç düzeyi gelişmiş, sorgulayan, araştıran, proje üreten ve sorunları demokratik platformlarda demokratik çözümler üretme başarısı gösteren bir toplum olamayız.

Gever’ in eğitim hizmetlerinde daha çok başarıya ihtiyacı var.

Daha çok başarıyı kazanabilmenin yolu eğitim kurumlarında analitik düşünme yönteminin öğretilmesiyle mümkündür, bu yöntemin daha çok dershanelerde ortaya çıktığını görüyoruz, zira dershanelerde öğrenciler daha özgür ve öz güvenle davranıyor, yani -öğrenciler- okuldaki katı disiplin ve cezalandırmaların dershanelerde esnetildiğinin farkında ve bu nedenle de kendilerini ifade edebilme rolünü cesaretle sergileyebilmektedirler. Bu da öğrencileri daha aktif, başarılı ve üretken yapmaya yetiyor.

Dolayısıyla, özgür ortamlarda güçlü kaynak, güçlü kadro ve doğru mekân arzusuyla gençlerimizi buluşturduğumuz zaman özgün birey ve başarıyı yakalamak mümkün olur.

Öğretmenlerimizin de aidiyet fikriyatıyla ekonomik kaygı düşünmeden sistem içinde pozitif değişimler yarattıklarına şahit oluyoruz, aksi takdirde gelişmiş batının sosyo-ekonomik imkanlarıyla yarışta bu denli başarılı olunmazdı.

İl birinciliğinin Yüksekova’da olması da ayrıca takdire şayan bir gelişmedir, zira il ve ilçe olanakları kıyaslandığında il her zaman avantajlı durumdadır. Buna rağmen; İlçe  imkanlarıyla güçlü eğitim kadrosu, zengin kaynak, doğru mekan ve rasyonel bir eğitimle başarı çıtası ilin üstüne çıkarılmıştır.

Tüm bunlara ebeveyn ile öğrencilerin katkısını da eklemeyi unutmamak gerek.

Bu başarıda başat rol alan eğitim kadrosu, veli ve öğrencilerle beraber pozitif dokunuşlarla katkısı olan herkesi kutluyorum.

Fikret YAŞAR